Mitoloji tarih değildir. Kuşkusuz mitoslar da yaşandı ama farklı olarak. Mitolojinin hakikati ancak vahiy ve kader bağlamında anlaşılabilir. Mitolojik hakikat başlangıçta varsayılan içkin ya da aşkın mutlak doğru bilgidir. Bu hakikat gerçek hayatta değil ancak hayal gücünde, tahayyülde, düşüncede var olabilir, sezgi gücüyle anlaşılabilir.
Ancak öyle bir tarihsel nokta yaşanır ki, mitolojik düşünce tıkanır, mit’ler üzerine kuşku düşer; mitosların inananı, benimseyeni kalmaz. Örneğin Babil ve Atina’nın Pers istilasına uğramalarıyla Babillilerin, Greklilerin en büyük ilahları, kudretli tanrıları Marduk ile Zeus’un ilahi temelleri çökmüştür (MÖ 538’de Babil’in, MÖ 479’da Atina’nın Persler tarafından istilası). Marduk Babil’i, Zeus Yunanistan’ı işgale karşı koruyamamıştı. Toplum alt üst olmuş, mitolojik bilincin kritiği artmış, düşünce alanı tıkanmıştır. Zira Yunan Dini gittikçe zayıflamaktaydı. ‘Zeus’un istenci’ kendisinin topraktan yarattığı ‘insanların istenci’ ile çatışmakta, inananlar azalmaktaydı.
En eski Doğa filozofları her şeyin sudan, çamurdan balçıktan, hatta balıktan doğal bir gelişimle oluştuğunu söylüyorlardı (Hilozoistler). Olimpiyos’un tepesinde de otursa tanrının ruhani mevkisi, ilahi temeli çökmüştü. Bu durumda toplum kendi içinden düşünen beyinlerini çıkarır. Nitekim, Platon, Grekler için felsefi olarak Mutlak İdea’da ifadesini bulan bir kurtuluş ideolojisi önermiştir.
Mitolojinin hakikati geleneksel özünde yeni ayarlamalar yapar. Mitsel Hakikat bir yandan akli-mantıki bilgi sevgisiyle felsefeye-bilime evrilir, diğer yandan tek tanrılı dinlere taşınıp mitos dinle özdeşleştirilir. Tüm dinler zorunlu olarak felsefi-idealist bir dünya görüşünden hareket ederler. Fark şuradadır ki, Peygamber Musa, dini duygulara hitap eder ve dünyanın mistik, mitik, bilim-dışı bir tasarımının tanrı tarafından kendi kalbine “Vahiy” olarak indirildiğini iddia eder. Musa, Tur dağında bizzat Allah ( İbranice’de el-ilah, Eloh) ile görüşmüş, konuşmuş bir kişiliktir. Emirleri bizzat konuşarak Allah’tan almıştır. Musa mitolojik bir kişilik, yaşayıp yaşamadığı tartışmalı. Bu da mitolojinin nelere kadir olduğunu gösterir. Bundan dolayı mitolojik bilinç hafife alınmamalı. Yakın tarihimizde ülke olarak bir deprem yaşadık; bilimsel olarak önlemler alındaydı, evler depreme uygun yapılsaydı hiç kayıp olmayabilirdi. Oysa sonuç büyük bir felaket oldu ve adamlar kader deyip işin içinden sıyrıldılar. Kader bağlamında mitlere sarıldılar. Felsefi idealist Platon ise insan ideasına-düşüncesine, mantığına seslenir, kendi teorileri için mantıksal argümanlar sunar. Ortak noktaları tanrı=mutlak idea olur. Her ikisinde de Pagan çoğulculuk tekilliğe indirgenip evrene, topluma düzen getirilir. Sümer’in doğa tanrıları bu süreçte tali kalsa bile, mitlerde geçen; tanrının yere göğe doğaya içkinliği, doğa varlıklarının tanrı olduğu düşüncesi ve doğa tanrı anlayışı tek tanrılı dinlere sızmıştır. Aşkın ve içkin tartışması, ummu-hubur’dan beri süren, en temelde de mitolojik karekterler olan Sümer doğa tanrı Tammuz ile Akad göksel tanrı Anu inancı arasında yaşanmış, oradan Yunan ve İbrani dinlerine geçmiştir.
Bir geleneğin, söylencenin üzerini kazıyın altında eski bir öykünün izi görülür. Bir mitsel örgü önce de düşünülmüştür. Hiçbir söylence boşluğa doğmaz, yola sonradan eklenir. Her söylence, genel mitsel geleneğe bağlılığı oranında, onu yadsıyıcı özgün yeni özellik taşır. Yani hem genel hem de alabildiğine özel ve tekildir. Her mitoloji başlangıcı bir Ulu Ana’ya verir; her şey ondan doğar. Ulu Ana, bütündür; erdişi, iki varlıklı özelliğe sahiptir. ( Tiamat, Kuwawa, Namma…) O, her şeydir, bütün özellikleri ve sıfatları içeren auraları vardır. Eril Tanrılar çok sonraları, Ulu Ana’nın bir özelliği olarak ortaya çıkarlar. Eril tanrıların asabiyeteleri bir ideoloji ile başlar. Mitler ideoloji’dir aynı zamanda. Başlangıcı, kökeni kötülerler. Kendi analarını yadsırlar. Kendi mitolojik düzenlerini kurarlar. Her mitsel düzen değişimi, ciddi ve kanlı bir mitsel tanrılar savaşına yol açar. Ulu ana defalarca atomize olur. İki varlıklı erdişi özelliğinden soyundurulur, salt kadın-anatanrıça konumuna itilir, yaratıcılığı törpülenir. Gittikçe bir fahişeye dönüşür. İnanna fahişedir. Afrodit bir çok olimpikli ile birlikte olur, her ilişki sonrası bakirelik pınarına gider yıkanır, bakireliğini geri alır. İsis, Osiris’in on dört parçasını toplar ama buna rahmen üçüncü bir gücün yardımıyla kocasıyla birlikte olabilir ve çocuk doğurur.
Ulu ana özelliği yani erkeğe gerek duymadan doğurma özelliği bitmez; Demeter ve Meryem Ana ile devam eder, bunlar da tanrı doğururlar. Ebedi bakire olarak anılırlar.
Başka bir anlatımla, İsis’in gözyaşlarına benzer Demeter’in gözyaşları ama o gözyaşları İnanna’ya aittir; sadeca kadından ibaret bırakılmış İnanna’ya. Kültür tarihi boyunca ana-kadın arketipi inanılmaz değişimlere maruz kaldı. Önce, soy kadına bağlı gelişti, egemen kadındı. Üç hali vardı: birincisi Bakire hali-yaz başı ya da bahar dönemi; ikincisi birlikte olunca ürün veren doğurgan kadın hali yaz ayına tekebül eder; Yaz sonunda ihtiyar bir cadı’ya dönüşen hali, yeraltına çekilir ve yer altında genç kızlığını yeniden kazanır. Onun için eski toplumlarda ölüm bir bitiş değil yeniden doğuşun gereğidir. Ana tanrıça; İnanna, İştar, İsis, Astarte, Afrodit, Venüs, Zühre, Letto, Al Lat, vb. olarak tezahür eder. Tanrı Tammuz, farklı coğrafyalarda, Adonis, Dionysos, Marduk, Zeus, Baal, Bel vb. olarak görünür; gerçekte, tezahür, tecessüm ve hulul kavramlarıyla açıklanabilir onun görünüşleri.
Tiamat, Humbaba-Kuwawa, Kibele, Gaia ise deniz, toprak, dağ hatta kozmos ile özdeş Ulu Ana’lardı. Medusa, aslan yüzlü Humbaba’dır aynı zamanda, Afrodit onun simgesini taşır göğsünde. Akad istilası ve ideolojisinin etkisiyle ulu-ana kimliğinden soyundurulup şeytanlaştırılan tanrıçalar, itibarsızlaştırılan kadınlar mitolojide baş köşeye otururlar. Amoritlerin baş tanrısı Marduk ile dünyaya yeni bir düzen gelir (Hammurabi’nin 282 madelik Kanunları). Hızır ve İlyas’da birer tanrıdır; belki onlar da İlya ve Odessa olarak göründüler. Grek uygarlığı, Sümer ve Mısır endüstrisinin çatlaklarında boy vermiştir. Grek mitosları Sümer mitlerinden bağımsız değildir. Grek mitleri aslında Doğu Akdeniz’de ; Ugarit, Alalah, Baalbek ile Ebla kültürünün ve mitlerinin yansımasıdır. Mitolojiler, imaj, istiare, sembol, mit üzerinedir. Bu bağlantıları yok sayamayız, iz sürücüler bunları seziyor, hissediyorlar, akan nehre sonradan eklenenleri görüyorlar.