Mezopotamya, güneyde Basra Körfezi, kuzeyde Güneydoğu Toros Dağları, doğuda Zagros Dağları, batıda Suriye Çölü ve Arabistan Çölü ile çevrilidir.
Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki karlı dağlardan doğan ve Güneydoğu Toroslardaki kar ve yağmur sularıyla kabaran Dicle ve Fırat, Bağdat’da yakınlaşıp Kurne’de birleşerek Şattü’l Arap ismini alır ve Basra ovasına tüm bereketini katarak denize dökülür. Son buz devrinin sonlarına doğru, hâlâ hüküm süren buzul veya buzul arası iklim koşullarından kaçan insanlar topluluklar halinde Mezopotamyaya doğru göç etmişlerdi. Bölge, birçok farklı kültür ve halkın karıştığı, Sümer, Elam, Akad, Babil, Asur gibi en eski ve büyük uygarlıkların doğduğu ve geliştiği bir bölge olmuştur. Tarihde çivi yazısı, okul sistemi, zaman kavramı, matematik, tekerlek, yelkenli gemiler, değirmenler ve haritalar gibi dünyayı değiştiren pek çok önemli buluşun sahibi Mezopotamya halkları, öncelikle de Sümerlilerdir. Bu yüzden Eskiçağ Tarihi’nde baş köşe Sümerlilere aittir.
Mezopotamya, “Medeniyetin Beşiği” olarak da bilinen Bereketli Hilal’in bir parçasıdır. Mezopotamya kelimesi, ortasında veya arasında anlamına gelen “meso” ve nehir anlamına gelen “potamos” kelimelerinden oluşur ve iki nehir arası anlamına gelir. Mezopotamya’da yazın sıcaklıklar 50 dereceyi bulabilir. Kışın ise bunun tam tersine çok soğuktur. Bölgeye yılın 11 ayı yağmur yağmaz. Coğrafyayı iki temel nehir Fırat ve Dicle besleyerek, bölgede tarım yapılmasına olanak sağlar. Mezopotamya’nın verimli vadilerine, günümüzde Irak, Kuveyt, Türkiye ve Suriye’ye ev sahipliği yapmaktadır. Ancak bölgenin politik yapısı bugün nasıl karışık ve sorunlu ise beşbin yıl öncede aynı karışıklığa ve sorunlara sahipti: Ortadoğu Tarihi daima istilalar tarihi olmuştur.
İnsanlar ilk olarak Paleolitik çağda Antik Mezopotamya’ya yerleşti. Yerli halka ceperden gelenler eklenerek bir Sümer Kültürü olustu. İÖ 14. 000 `dan IÖ 7 000 yılına gelindiğinde, bölge halkı güvenlik kaygısıyla savunmaya uygun, coğrafyaya dağılmış dağınık dairesel barınakların bulunduğu, ağırlıkla kerpiç yapılardan oluşan küçük yerleşim yerlerinde yaşıyordu. Avcı toplayıcılar, kuraklık veya büyük yangınlar gibi doğal nedenlerden dolayı bir zorunluluk gereği Dicle ve Fırat nehirleri yakınında hayvanları evcilleştirip tarım yapmaya da başlamışlardı. Basit meta dolaşımı, metanın kullanım ve değişim değeri ilk buralarda görünür olmuştu ve ticaretten, sonra fetihlerden doğan bir zenginlik, bu zenginliği elinde bulunduran imtiyazlı ayrıcalıklı bir sınıf buralarda ortaya çıkmıştı. Kuzeyden güneye yayılan bu tarihsel gelişim Halaf kültürünü özümsemiş olan egemen Ubeyd kültürünün bir eseriydi.
Mezopotamya’da tarih öncesi devirler, bir takım bulguların görüldüğü bölgelerin ve devirlerin adlarıyla kronolojik olarak sınıflandırılmıştır.
İÖ. 6000-5600 Hassuna-Samarra Dönemi
İÖ. 5600-5000 Yukarı Mezopotamya Halaf Dönemi
İÖ. 5500-4000 Obeyd Dönemi
İÖ. 4000-3100 Uruk Dönemi
İÖ. 3100-2900 Cemdet Nasr Dönemi

İÖ 5200-3200 yılları arasına tarihlenen Kalkolitik Çağ ile birlikte ekonomi merkezileşmiş ve buna bağlı olarak yerleşik toplu yaşam ile birlikte kent diyebileceğimiz elli bin nüfusuna ulaşabilen şehirler ve devlet örgütlenmeleri de doğmuştur. Uruk, tarihi İÖ 4 000’lere dayanan bu şehirlerin ilkiydi. Ticaret ve fetihlerden elde edilen zenginlikler üzerine inşa edilmiş Uruk, kamusal sanat eserleri, devasa sütunlar ve tapınaklar içeren kerpiç bir metropoldü. Mezoptamyada taş olmadığı gibi taş yapılarda çok azdı, kerpiç yapılar ortaya çıkmıştır. Eserleri özellikle tapınak Zigguratlar bu özellikten dolayı kalıcı olamamıştır. Taş Çağı insanı taşa, Tunç Çağı tunça, özellikle Demir Çağı insanı, kılıçlarıyla alev saçan, şimşekler çaktıran tanrılarıyla demire tapınmayı öne çıkarmıştır. Sümer tanrıları ise İnanna ve Temmuz örneğinde görüleceği gibi doğa, bereket ve verimlilik tanrılarıydı. Sümerin asıl tanrıları ile harici Mezopotamya tanrılarını kesinlikle ayırmak gerekir.
Sümer Kültürü, Dini, Tanrıları Yaşıyor
Söz konusu zamanlarda verimli Sümer’in Hazeri-uygar coğrafyası üzerinde şekillenen kültür ve uygarlık, bütün ilk toplumların (Bedevi, Barbar, vb.) iştahını kabartıyor, yoğun göç alıyordu. Ticaret için kurulan yollar belli bir dönem sonrası göç yollarına dönüşmüştü. Kuzeyden inen halk toplulukları asabiyet duyguları yani kurdun kuzuyu yeme içgüdüsüyle Sümer üzerine çöküyorlardı. Sümer şehirleri dışında en az onun kadar hatta daha çok nüfusa sahip göç gettoları oluşmuştu. Sümer göçmen istilasına uğramıştı. Özellikle Arap halk toplulukları yoğun olarak göç oluşturmaktadırlar. Zira bu göçmen topluluklar sonraları örgütlü olarak Sümer Devletini çökertecek yeni devletler ortaya çıkacaktır. Bundan dolayı bu coğrafya daima istilalar coğrafyası olacaktı.
Ortadoğu Tarihi İstilalar Tarihi idi.
Ancak Sümer Uygarlığı istila altında da olsa barbar kavimleri kendi içinde eritecek; uygarlığı, tarımı, endüstrisi, yazısı, okulları, kültürü ve diniyle çepere yayılacaktır. Akadlar burayı işgal ettiğinde Sümer tanrıları İnanna ve Temmuz’u yok edeck kendi tanrıları Anu baş tanrı olacak ama halk eski tanrısına inanmaya devam ettiğinden Anu bu tanrılar ile akrabalık ilişkisi kurmak zorunda kalacaktır. Bu coğrafyaya gelen her istila başta dini gelenek ve tanrılar olmak üzere kültürel yapıda oynamalar yapmıştır ama sonuçta Sümer kültleri kendini yeniden yaratarak ya da geleneksel özünde yeni ayarlamalar yaparak daima yaşamış ve yayılmıştır. İnanna, diğer halklarda İştar, Asterte, Afrodit, Venüs gibi isimler almıştır. Bu devirde simgesi genel olarak Hilal ve Aslan idi. Hatta İÖ 1. yy ve İS 4. yy arasında kurulup yaşayan, Anadolu, Babil, İran, Roma karışımı bir devlet olan Nebatiler’de bile Al Lat ve Ka’b ismini aldığını görürüz ve bu coğrafyada simgesi siyah taş olmuştur. Temmuz ise Marduk, Adonis, Zeus, Duşares gibi açılımlara ve tazahüre sahip. Simgesi Ilgın, Söğüt, Selvi ağacı gibi bir sedir apacı idi. Peygamber, Miraç’da arş’a geldiğinde kapıda Haşur-Kışkanboğa, ya da Sıratı Müntaza adlı sedir ağacını görür. O, Temmuz’dur ve yanında Nirgiji vardır. Bazı söylencelerde kapıda bir (Ali) aslandır O. Gerçekte ama Cebrail olarak geçer. Temmuz, Cebrail’dir. Bir tanrının melek konumuna inişi söz konusudur
Süme’rin Kuruluşu
İÖ 5500 – İÖ 5000 dolaylarında Mezopotamya’da öne çıkan iki kültür kuzeyde Halaf Kültürü ve güneyde Ubaid (Obeyd) kültürleridir. Bunlara günümüzde Proto-Fıratlılar ya da Ubaidliler denmektedir. Ubaid ismi Al-Ubaid şehrindeki kazı alanından gelir. Ubaidliler bölgede kurulmuş ilk medeniyettir. Bataklıkları tarım için kurutmuşlar, ticaret, dokumacılık, dericilik, demircilik, taş oymacılığı ve çanak-çömlekçilik gibi işlerle uğraşmışlardır. Sümer Devleti’nin, bu iki kültür üzerine Sami olmayan izole bir topluluk tarafından İÖ 4000 – İÖ 2350 yılları arasında Irak’ın güneyinde (Güney Mezopotamya) kurulmuş olduğu genel kabul görür. İÖ. 5500-4000 Obeyd Dönemi üzerine Eridu şehri ve Enki kültürü yükselir.
Bölgenin bir sonraki evresi Gılgamış’ın evi Uruk’un dönemi (İÖ 4000 – 3100) olarak anımsanabilir. Günümüz uygarlığın protipi medeni oluşumların temelini kuranlar, maketini yapanlar Sümerlerdir. Yazı, dil, mitoloji, felsefe, bilim, tıp, astronomi, matematik; hatta din, fal, büyü gibi alanlarda ilk öne çıkan ve bilinen toplum Sümerlerdir. “Yaratılış” ve “Tufan”a ilk kez Sümerlerde rastlanır. Noel ağacı ilk defa Sümer tanrısı Temmuz’un sembolü olarak görülmüştür. Sümer döneminde 21’i küçük olan yaklaşık 35 büyük şehir ve kasabadan sözedilir. Sınırları kanallar veya sınır taşları ile belirlenmiş şehir devletlerinin merkezinde tanrı veya tanrıçaya adanmış olan ve bir rahip yöneticinin (ensi) veya kralın (lugal) idaresineki tapınak bulunurdu. Kiş, Nippur, Umma, Lagaş, Eridu, Diyala, Eşnunna, Larsa, Uruk ve Ur öne çıkan kentleridir.
Sümerler Nereden Geldiler?
Mitolojik olarak Mezopotamya Halkları yedi dağı aşarak buraya geldiklerini ve yerleştiklerini söylenceleştirmişlerdir, ki bu yedi dağın gerisi, Humbaba’nın ormanı olarak bilinen tanrıların yaşadığı sedir ağaçları ormanı yani Van Gölü kuzeyi, Doğu Torosların yamaçlarıdır. Bir ananın döl yatağından çıkar gibi bir mağaradan akıp gelmişlerdir. Tıpkı Humbabanın dediği gibi :
“Beni doğuran-kucaklayan bir anne ya da beni büyüten bir baba hiç tanımadım! Ben dağlarda doğdum”veya “Beni doğuran anne dağlarda bir mağaraydı. Beni yaratan baba tepelerde bir mağaraydı… Bu dizeler, Humbabanın erdişi özelliğine vurgudur….
Son araştırmalar Sümerlilerin kuzey Sudan’dan geldikleri,Hindistan’daki Tamil ve Dravit halkı ile akraba olduklarını gösteren çok sayıda dil benzerliği vardır. Nubya ve Mande siyahları ile aynı benzerliğe sahipler. Türkiye’de Sümerlilerin Türk olduğuna dair görüşler var ama olmadıklarına dair bilgiler çok daha fazla…
Buzul Çağı ardından bölgenin sular altında kaldığını varsayarsak, toplulukların tufan altında kuzeye çekilmeleri ilk akla gelen düşüncedir. Bölgede insan izlerine buzul çağının hemen ardından 14 bin yıl öncesinden rastlanmaktadır. Son bulgular Sümerlerin tıpkı komşuları Elamlılar gibi izole bir topluluk oldukları sonradan samiler ile karışarak onların istilasına uğradıkları şeklindedir.
Sümer Krallar Listesi
Sümerlerde tarihin ilk kral listeleri ile karşılaşılır. Mitolojik unsurlarla kaplı da olsa listeler bize önemli bilgiler verirler. Örneğin kral listesine göre Tufan’dan önce Sümerlerin yaşadığı bölgede efsanevi sekiz yönetici (ve dolayısıyla kent) mevcutmuş. Kral listesine göre Tufan’dan sonraki ilk Sümer hanedanları Kiş, Uruk ve Ur’da kurulmuş. Bu da bize Tufan’ın kutsal kitaplarda geçtiği gibi olmadığını anlatır. Listelere göre şehirleri birleştiren kralların ilki, İÖ 2800 yıllarında Kiş kralı olan Etana dır. Her olayı kayıt altına alan Sümer uygarlığı ilk kral olarak Kish’li Etana’yı kayda geçirmiştir. Ne var ki Etana’nın gerçekte var olup olmadığı bilinmemektedir, çünkü Etana ve İÖ 2100 yılı civarında yapılan Sümer Kralları Listesi’nde yer alan pek çok hükümdar aynı zamanda Sümer mitolojisinde de yer almaktadır. Etana’yı şehir devleti Uruk’un kralı olan Meskiaggasher izlemiştir. İÖ 2750 yılı civarında ise mitolojik Gılgameş’in babası bilinen Lugalbanda adlı bir savaşçı bölgenin kontrolünü ele geçirmiştir. Gılgameş Destanı, istilacı Akadlar devrinde yazıldığı için anlattığı Sümer çağın ananelerini, kendi ideoloji ve kültürünün rengine boyayarak değiştirmiş, Akad kültürünü yansıtmış olabilir. Örneğin, Humbaba’nın şeytanlaştırılması bir Akad bakış açısıdır. Sümer şehir devletlerinin egemenlik savaşları Sümerleri harici düşmanlara karşı zayıf bırakmıştı. Akadlılar ve Elamlılar Sümerlere saldırırlar. Lugalzagesi, İÖ 2334’te Sami bir ırk olan Akad’ların hükümdarı Sargon’a yenilen Sümerlerin son kralıydı.
Sümer Dini
Sümer Dininin daha doğrusu din ile özdeşleşmiş Mitolojinin kaynağına gelince; Dinin kaynağı sorunu uzun zaman bilim insanlarını meşgul etmiştir ve bu konuda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Zamanla ilahi varlıklara tapınma, büyü ve kurban, dini inanışlara temel olmuştur.
İnsan, bilim ve teknolojinin yokluğunda doğa-tabiat güçlerini kontrol altına alıp ondan faydalanmayı ummuştur. Doğa-doğal olaylarının insanlara verdiği korku, mitlere, dini inanışlara temel teşkil etmiştir. Naturizm-animizm denilen bu görüşe göre doğal fiziki çevrede rastlanan kuvvet ve varlıklar kişiselleştirilmiş ve tanrısallaştırılmıştır. İlk insan için doğa büyük bir korku ve hayret sebebi, eşsiz bir mucizedir. İnsanoğlu her zaman, ihtiyaçları için kendisini aşan bir kudrete yönelmiştir. İşte Sumerliler de politeist (çok tanrılı) dini inançlarını Naturizm denilen bu dini görüşe dayandırmışlardır. İlk insan doğa olayları karşısında kendisini güçsüz hissediyor; bu zayıflık ona, kendi kavrayışının dışında farklı güçlerin doğa olaylarını yönettiğine inandırıyordu. Bunun sonucu ortaya çıkan dinsel düşünceler bu güçsüzlük duygusundan ileri geliyordu. İnsan kavrayamadığı doğa olaylarını doğa üstü bir takım güçlere mal etmiş, iyi ve kötü güçlere, ruhlara ve şeytanlara inanmıştır. Doğa olaylarının gerçek özelliklerini bilimsel olarak kavrayamayışı bu tür inançlarının temelini oluşturmuş; bu görünmez doğa üstü varlıklar da büyücülüğü beraberinde getirmiştir. Özellikle Mezopotamya, Sumerlilerin temelini teşkil ettiği ve oradan tüm dünyaya yayılan dini inançlar silsilesine merkez olmuştur.
Sumerlilerin dini, politeizm (çok tanrılılık) esasına dayanır. Sayıları yüzleri aşan taptıkları tanrıları, yaratmış oldukları panteonda bir düzene ve sıraya koymuşlar; görevleri, fonksiyonları, temsil ettikleri yerler ve şahısları itibariyle onları derecelendirmişlerdir. Sahip oldukları bu tanrılar sisteminin en belirgin özelliği anthropomorphism’dir. Bu, tanrıların insan biçiminde düşünülüp tasavvur ve tasvir edilmesidir.
Sumerlilerin tanrılar alemi telakkilerinde ikinci önemli husus, mahalli tanrıların zamanla bütün memleket ve kainat tanrıları şekline dönüşmesidir. Üçüncü husus da birbirinden bağımsız gibi görünen büyüklü küçüklü, değişik fonksiyonlu ve başka başka yerlere bağlı görülen tanrıların bir sistem içerisine yerleştirilmeleri ve birleştirilmeleridir. Yani bir tanrılar topluluğunun –panteonun- yaratılmış olmasıdır.
Sumer-Babil panteonuna mensup tanrıların sayısının dört bine yakın olduğu tahmin edilmektedir. Bu tanrıların pek çoğu da sadece isimleriyle kalmış görev ve fonksiyonları dahi tespit edilememiştir.
Sumer medeniyeti ilerledikçe Sumer dini de genişlemiş, dallanmış, neticede bir sürü tanrı ve tanrıçaları ihtiva eden zengin bir panteon oluşmuştur. Hatta bazı kaynaklardan Sumer ilahlarına ait bir listenin beş binden fazla isim içerdiği de anlaşılmaktadır. Bu tanrılarının hepsi de bir sistem içerisinde yer almaktaydı.
“Anu, Enlil ve Ea, büyük tanrılar,
Gökyüzünü ve yeryüzünü planladılar…”
Bu üç tanrı ideoloji alanını belirler. Sumer panteonunun en eski üçlüsünü cennet veya gökyüzü tanrısı An, yeryüzü veya fırtına tanrısı Elamit Enlil ve Semitik Ea ile bir tutulan Sümer su tanrısı Enki oluşturmaktadır. (Ea=Enki) Ancak Sümer istila altına girdiğinde tanrı sayıları azalmış, isimler değişmiş bazı sadeleştirmeler ve yeniden düzenlemeler yapılmıştır. Bununla birlikte değişen tanrılarının yerine de çoğunlukla bir yenisini eklemişlerdir. Temmuz yerine Marduk ilahı, İnanna yerine İştar gibi.
Belki bu bağlamda değinilmesi gereken bir başka konu, Mezopotamya’ daki bu bütüncül dinsel yapının temelinde, Sümerlerin mi yattığı, yoksa Sümerlerin de kendilerinden önceki tarihöncesi-prehistorik, lokal Mezopotamya inançlarını katolizör olarak sonraki dönemlere mi aktardığı meselesinin hala çözülememiş olmasıdır. Büyük bir olasılıkla, Akad, Asur, Babil inançlarının Sümerlerden devraldığı tanrı ve ritüellerin önemli bir kısmı Sümer öncesi prehistorik Mezopotamya’ya kadar gider. Ki ayrıntıya inildiğinde tarih öncesinin bir çok tanrısının Smer2de yaşadığı yaşadığı görülür zaten….
Sümer Edebiyatı
Sümer’in işgali, sözlü yazılı edebi destanlar, ve hikayeler ortaya çıkarır: Temmuz-İnanna aşkı bu dönemde destansı anlatıya dönüşür. İstilacılar, Temmuz’un gözüne mil çeker, İnanna zorla İştar olur, evlendirilir. Daha sonra bu zorla ayrılan ya da kavuşamayan İnanna-Tammuz aşk hikayesi İran’da Kerem ile Aslı, Araplarda Leyla ile Mecnun, Roma’da Tişbe ile Minus destansı edebiyatını doğuracaktı. Bunun sebebi semitik-arabik Akadlıların işgali olarak görülür…
Akad Hakimiyeti
İÖ 2400-2350 yıllarında Sümerler Akadların yoğun göçü sebebiyle düşüşe geçmiştir. Akadlar İÖ 2334 ile İÖ 2193 yılları arasında hüküm sürmüş, başkenti Agede (Akad) kurucu kralı Sargon olan etkisi bütün Mezopotamya’da görülen bir imparatorlukdur. Evrensel bir Dünya krallığı ve çok kültürlü imparatorluk kavramını Sargon getirmiştir. Bölgenin merkezi bir idare eline geçmesi de ilk kez Akkadlar döneminde olmuştur. Akad-Elam savaşları sonunda yapılan ve 37 tanrının adının şahit olarak geçtiği bir Antlaşma mevcuttur. Bu tanrıları unutmayalım, bunlar bir konseydir.
Gutiler
Akad İmparatorluğu’nun son kralı olan Shar-kali-sharri İÖ. 2193 yılında vefat etti ve Mezopotamya’da bir asır boyunca kontrolü ele geçirmek için mücadele eden farklı halk toplulukları yüzünden huzursuzluklar yaşandı. Bu gruplar arasında Zagros dağlarında yaşayan Gutiler, İÖ 2150 yılında Akad yönetimini ellerine geçirmişlerdir. Guti yönetimi, imparatorlukta düzensiz bir dönem olarak kabul edilir.
Yeni Sümer Devleti
Gutilerin Zağros Dağlarına çekilmesiyle güçlenen Sümerli halk topluluklar, Ur Nammu öncülüğünde Yeni Sümer devleti ya da 3. Ur Hanedanlığı dediğimiz devletlerini kurarlar ama yeni Sümer, artık eskil Sümer değildi. Yaklaşık 100 yıl kadar (İÖ 2112 – İÖ 2004) süren bir dönemde Ur kenti Mezopotamya’nın en büyük siyasi gücü olmuştur. Kayıt tutulmaya başlandığından beri tarihte ilk defa Ur-Nammu döneminde Ur-Nammu Yasası adında bir kanunname düzenlendi. Yeni Sümer Devleti İÖ. 2004 yılında hem Elamitler hem de Amoritler tarafından saldırıya uğradı ve yenildi. 3. Ur Egemenliğine Elamlılar son verdi fakat başkent olarak Babil’i seçen Amoritler Ur’da kontrolü ele aldı ve Babil’i Yeni Sümer devlet geleneği üzerine kurdular.
Yeni Sümer, yazı ve edebi alanda ölümsüz izler bırakır. Ur Hanedanı’nın yıkılışı ile ilgili edebi ağıtlardan biri şöyledir: “Sonsuza kadar üstünlüğü elinde tutacak bir krallık gören olmuş mudur? Onun (Ur’un) krallığının saltanatı gerçekten uzun sürdü ama artık bitkin düştü. Ey benim Nanna’m (Ur’un koruyucu ay tanrısı) uğraşma boşuna, kentini terk et!”
“Hiçbir kral kendi başına güçlü değildir. Babilli Hammurabi’yi, Larsalı Rim-Sin’i, Eşnunnalı İbal (pi) El’i ya da Katnalı Amut-pi-El’i on ila on beş kral takip eder; Yamhadi Yarim-Lim’i ise yirmi kral.”
İÖ. 18. yüzyıla ait yukarıdaki metin III. Ur Hanedanı dönemi sonrası, iki asırlık durumu özetlemektedir.
Yeni Sümer çok kültürlü kaynaşık toplulukların ürünü idi. Sonraları da Sümer kültür ve geleneği egemenlik için siyasi isyanlara başvurdu, başkaldırdı ama başarılı olamadı. Sümer’i istila eden Akadlıların tanrısı Anu kirli bir tanrı olarak görülmüşdü. Elam Dağlarından gelen ya da tanrılar ülkesi yedi dağın gerisi sedir ormanlarıyla kendini ilişkilindiren orta yolcu Enlil bu evrede öne çıkar. Ama egemen sınıflar için asıl ideolojiyi Enki-Ea üretir.
Elamitler
Sümer kaynaklarında Avan, Hamasi ve Simaş olarak kayıtlara geçen Elam hanedanlarından Simaş hanedanı Sümer’in Üçüncü Ur Hanedanlığına son vermiştir. Elam Ülkesi, bir kısmı güney Irak’ta olmak üzere, Sümer’in doğusunda Kerha ve Karun Irmakları’nın geçtiği bölgede, yani İran’ın güneybatısı Huzistan eyaleti sınırlarında, İÖ. 3000 – 646’li yıllar arasında var olmuş Pers-Ahameniş öncesi antik bir uygarlık ve tarihsel bölgedir. Onlarda komşuları Sümerliler gibi köken olarak bölgenin izole yerli halk topluluğuydu. Kendilerine özgü izole bir dil, yazı ve kültüre sahip oldukları analşılmaktadır. Uzun süre varlığını sürdüren Elamca’nın, Elam Krallığı ortadan kalktıktan sonra İÖ 460 yılına kadar Ahameniş İmparatorluğunun resmi yazışma dili olması Elam kültürünün önemi ve halkların üzerindeki etkisinin göstergesidir. Elamcaya ait yazılı kaynaklar Pers İmparatorluğu’nun Büyük İskender tarafından İÖ 330’da fethedilmesinden sonra bile görülür. Elam Krallığı, Asur Kralı Asurbanipal’ın İÖ 646’daki seferi ile yıkıldı ve tarihe karıştı. Ancak Pers Kiros hemen ardından İÖ. 612’de Asurluları isimden ibaret bırakacak tarihsel bir hamle yapar.
Babil (Eski Babil)
Konumuza dönersek, Elamlar, Ur Hanedanlığına son verirken aslında Babil ve Asur’un önünü açmışlardı: Kuzeyde büyük bir siyasi, ekonomik, ticari güç olarak Asur, güneyde ise din ve kültür merkezi olarak Babil öne çıkmıştı. Daha sonra yükselen güç, kralları tanrı kabul edilen Babil’dir. Zira, 2. bin yılın erken dönemlerinde bölgeye gelen Hurri ve Amurrular (Amoritler) sonraki siyasi olaylara da etki etmeye yatkındırlar.
Kimdir Amoritler? 3. Ur Hanedanı döneminde bölgede gözüken Arami kökenli Amurrular (MAR.TU), bazı kent-devletlerinde yükselerek iktidara tırmanmışlardı. Fakat Amurrular kendi kültürlerini bir kenara bırakarak, Mezopotamya’daki mevcut çok kültürlü oluşumu özümsemişlerdir. Sonradan “dört bölgenin kralı” unvanını kullanan İşbi-Erra (İÖ. 2017-1985), Mari kentinde görevde bulunduğu sırada krallığını ilan etmiş ve Nippur, Uruk, Eridu kentlerinin üzerinde de hak iddia etmiştir. Zira onun devlet gücü, bu kentleri kontrol etmekten ve körfeze giden Hint – Arap ticari yollarını kontrol altında tutmaktan geliyordu.
Bu sıralarda Amurru hanedanlığı üyesi kral Gungunum’un (İÖ. 1932-1906) Larsa güçleri, Ur, Uruk ve Susa’yı ele geçirmiştir. Güneyde ”dört bölgenin kralı” ünvanlı İşbi Erra ile kral Gungunum’un arasındaki mücadeleyi, kuzeyde farklı gelişmeler izleyecektir. Larsa, Ur’u ele geçirmekle körfez ticaretinin ana limanını ele geçirmiş oluyordu. 1834’de Larsa, önemli bir güç olan Elam kökenli Kudur-Mabuk ( ölümü, İÖ. 1830 ) tarafından ele geçirildi ve tahttı oğluna bıraktı. Bundan sonra tahta diğer oğlu Rim-Sin (İÖ. 1832-1763) oturdu. Rim-Sin, Güney’i birleştirdikten sonra egemenlik alanında bir Doğu Geleneği olan merkezi askeri idari sistemi kurmak ve ademi merkeziyetci kent-devletlerinin bağımsızlıklarını ortadan kaldırmakla uğraştı. İşte, ileri de, Hamburabi merkezi askeri sistemi bu alt yapı üzerine oturacaktı. İÖ 1810 yılında Babil, Uruk koalisyonunu yenilgiye uğrattı. İÖ. 1800 yılında ise tanrısıyla birlikte Uruk’u yıktı. İÖ 1793 yılında ise İsin’i fethetti. Babil tek güç kalmıştı, Babil’in tanrısı da bu coğrafyada tek tanrı olmuştu. İÖ 1792 yılında Babil’de Hammurabi tahtta geçti.
Amurru kökenli Hammurabi, İÖ. 1792 tarihinde Sippar, Kiş, Dilbat ve Marad kentlerini de içine alan Babil’in altıncı kralı oldu. Bu dönemde Kuzey Mezopotamya’da Şamşi-Adad vardı ve Güney Mezopotamya’yı da Rim-Sin’in birleşik koalisyonu yönetiyordu. Hammurabi ilk dönemlerinde yönetimi altında olan yerleri her yönden sağlama almak için uğraştı. Bundan sonra bölgede ölmek üzere olan her hastanın başında bekleyip, malına çökme siyaseti izledi ve egemenliğini hızla genişletti. Kuzey Mezopotamya’da Şamşi-Adad’ın ölümü ve Rim-Sin’in yaşlılığı zamanında bu siyaseti uyguladı. Hem diplomasi hem de askeri yöntemleri kullanıyordu. İÖ. 1763 tarihinde İsin, Ur, Uruk, Nippur ve Larsa yönetimindeki belli bölgeleri ele geçirdi. İÖ. 1761 tarihinde Eşnunna, Babil topraklarına katıldı. Bu dönemde Eşnunna kent-devleti Hammurabi’nin ele geçirmesine kadar önemli bir siyasal güç idi. İÖ. 1760 tarihinde askerlerinden de faydalanmış olduğu Mari’yi topraklarına kattı. Güney Mezopotamya ve Kuzey Mezopotamya’nın önemli bir kısmının yönetimini ele geçirmişti. Sümer ve Akad’ın mirasına sahip olmuştur. Ancak tarih düz bir çizgide ilerlemiyordu: İÖ 1750 yılında Elamlılar Ur şehrini fethetti. Bu fetih hem Amorit iktidarının hem de Ur üzerinden Sümer kültürünün sonu anlamına geliyordu.
Hammurabi, Mezopotamya’nın en güçlü hükümdarı haline gelmişti. “Dünyanın dört köşesini kendine itaat ettiren kral” unvanını kullanmaya başladı. Bu dönemde ele geçirilen toprakların meseleleri ile direk merkezden uğraşıldığı görülmektedir. Hammurabi Kanunları’nın giriş cümlesi krallık anlayışına ışık tutmaktadır:
“Ben barış getiren, asası adil çobanım. Merhametli gölgem kentimi örttü, Sümer ve Akada ülkelerinin halkını kucağımda güvende tuttum.”
Hammurabi’nin bölgede kurduğu merkezi yönetim sistemi ölümünden kısa bir süre sonra ortadan kalktı. Babil yönetimi altındaki kentler zaman içinde Babil yönetiminden çıktılar. Güney Mezopotamya’da ekonomi sisteminde de bir gerileme vardı. Kuzey Mezopotamya’da ise bunun aksi yönünde gelişme kaydediyordu. Bu dönemde ilk defa Kassit isimli halklar ile karşılaşılmaktadır. Babil ne kadar güç kaybetse de 155 yıl Babil yönetimi istikrarlı bir şekilde devam etmiştir. Fakat İÖ 1595’te Hitit Kralı Murşili, Kuzey Suriye seferinde Babil’e gelerek, Babil’i yağmaladı ve çekildi, bölge lidersiz hale geldi. Eskil Babil bu şekilde tarihe karıştı.
Özet olarak; Amurru kökenli olan Eski Babil sülalesi, 5. kral Hammurabi ( İÖ 1792-1750 ) ile etkin egemenlik kurmuştur. Hammurabi, imparatorluğunu genişletmek için çaba gösterdiğinden dolayı Babiller neredeyse sürekli savaş halindeydiler. Devletin en güçlü zamanı da kral Hammurabi zamanıdır. Kral Hammurabi Sümer kanunlarını geliştirerek uygulamıştır. (İÖ 1772 Hammurabi Kanunları diye bilinen kanunlar, imparatorluktaki herkesin aynı yasalara uymasını, aynı cezalara çarptırılmasını sağlamak içindi. Bu sayede valilerin kendi yasalarını çıkarmalarının da önüne geçilmiş oldu. Babil, kültürü ve dünyanın yedi harikasından biri olan ”Asma Bahçeleriyle” ünlüdür.
Asur
Kuzey Mezopotamya’da Şamsi-Adad’ın kurduğu yapıya Eski Asur Dönemi denilirken; Güney ve Orta Mezopotamya’da Hammurabi’nin kurduğu merkezi yönetimi dönemine Eski Babil Dönemi denilmektedir.
Amurru kökenli Babilliler bunu yaşarken, aynı dönemde Kuzeyde ise Eski Asur’un kurduğu ticaret ağı (İÖ 1920 -1750) önem kazanır ve bunun en önemli görünürlüğü Anadolu’da bulunan Karum-Kaniş’tir. Asur, Yukarı Mezopotamya’da kurulmuştur. Salt Sami bir topluluk değildir. Ninova şehri başkenttir. Asurlular ticaretle uğraşmışlardır. Anadolu, Mısır ve Mezopotamya arasında ticaret yapmışlardır. Asurlular ticaret amacıyla Anadolu’ya geldiklerinde yazıyı da beraberinde getirmişlerdi. Böylece Anadolu hem yazıyı öğrenmiş hem de tarih çağlarına girmiştir.
Eski, Orta ve Yeni Asur olarak dönemlere bölünen Asurlular İÖ 612 yılında Pers egemenliğine geçmiştir.
İran ve Babil ürünleri Asur üzerinden Anadolu’ya pazarlanmaktadır. Asur kent ismi olarak ilk defa Akad döneminde karşımıza çıkar. III. Ur Hanedanı dönemi belgelerinde de kent ismi yer alır. Asur kenti, ticari bir kent devleti olarak Dicle Nehri kıyısında kurulmuştur. Asur’un siyasal tarihinde görülen önemli unsur, Eşnunna ve Mari gücüne karşı, I. Şamsi-Adad’ın İÖ. 1813 -1781) harekete geçmesidir. Zaman içinde Kuzey Mezopotamya’yı ele geçirmiş ve devasa ticaret ağının neredeyse tamamını kontrolü altına almıştır. Bir imparatorluk dili olan Akad dili bu devirde iki lehçe olarak varlığını sürdürmüştür; Güney Mezopotamya’da Babil dili, Kuzey Mezopotamya’da Asur dilidir. İki dilinde kendine özgü geliştirdiği çiviyazısı sistemi mevcuttur. Asurlular bu sofistike yüksek kültürü ticaretle farklı bölgelere yaymış ve farklı kültürleri de Mezopotamya’ya taşımıştır.
Büyük oranda Eti’liklerdden ibaret Anadolu’ya yazının gelmesi de yine bu dönemdeki Asurlu tüccarlar sayesinde olmuştu.
Kassitler
Bu sıralarda Anadolu ve Suriye’de Etiliklerin konfederal birleşimi olan Eski Hitit Devleti istilaya başlamış ve sonunda Hitit Kralı I. Murşili İÖ 1595 yılında Babil’i alarak Babil’in egemenliğine son vermiştir. Demir madenini işleyen Hititler, imparatorluklarını daha da genişletmelerini sağlayacak olan sofistike silahlar icat ederek, askeri alanda devrimsel gelişmeler yaşamışlardı. Ancak en sonunda bilgi ve teknolojilerini gizil güç olarak saklama çabaları başarısız oldu ve diğer imparatorluklar da yeni buluş ve yeni bilgiye erişmeyi başardılar. Hititler, Babil’i yağmaladıktan kısa bir süre sonra çekilince Kassitler Babilin kontrolünü ele geçirdiler. Yolların özellikle ticari yolların yapıldığı, tekerlekli kağnı ve arabalarla uzaktan göçün kolaylaştığı bir kavimsel göçler döneminde Kassitler birkaç nesil kendi kültürlerini koruduktan sonra Babil yüksek kültürüne dayanamadılar ve Babil uygarlığına taze kan olup asimile oldular.
Hititler
İÖ 2000 yıllarında Anadolu’ya gelen aryenik Hititler, Kızılırmak çevresinde devlet kurmuşlardır. Başkentleri Çorum yakınlarında Hattuşaş (Boğazköy) şehridir. Hititliler Suriye’yi ele geçirmek için Mısırlılarla savaşmışlardır. Bu savaşın sonunda iki devlet arasında Kadeş Antlaşması imzalandı. Kadeş Antlaşması (İÖ 1280) Dünya tarihinde iki devlet arasında yapılan ilk antlaşmadır. Hitit Devleti İÖ 1200 yılında Anadolu’ya gelen deniz kavimlerinden Luviler, Kaşkalar ve Frigyalılar gibi aynı kolun parçası kavimler tarafından yıkıldı. Bölge, kimilerine göre 400 yıl süren bir kargaşa dönemine girdi.
Istilalar Tarihi
Ortadoğu Tarihi istilalar tarihidir. Yoğun göçler olmaktadır. Hititlerin hemen ardından, Ortadoğu’da Kassit ve Kassitlerin önünü kesen Mitanni-Hurri egemenliği iki asır sürer.
İÖ 16 ve 15. yüzyılda Anadolu’da Hititler, Mezopotamya’nın doğusunda Elam, Suriye’de Mitanni güçleri vardı. Yakındoğu topraklarında olmamakla birlikte Mısır bölgeye müdahil olmaktadır. İÖ 14. yüzyılda Asur kralı I. Şalmaneser Mitanni-Hurri devletini sonlandırmış ve Kuzeyde Orta Asur Dönemi egemenliğini başlatmıştır. Bunlar büyük güçlerdi ve dönemin ilişkileri açısından zengin belgeler mevcuttur. Fakat 12. yüzyılda gelen çok yönlü yoğun kavimsel göç dalgaları sebebiyle onların da egemenlikleri zayıflamıştır. Bölge karışık bir dönem geçirmiştir. Mezopotamya ve çevresi parçalı bir görünüme girmiş birçok yeni devlet ve kavim ortaya çıkmıştır…
Kassit Dönemi Babil Devleti – Orta Babil
Babil’de oluşan boşluğu Kassit ismi verilen halktan yöneticiler doldurmuştu Orta Babil Dönemi boyunca Babil’i (İÖ. 1530-1155) yönetmişlerdir. Bu dönemde, Güney Mezopotamya’ya tek bir idare hâkimdi: Kassit Hanedanı. Anadolu, Mısır, Suriye ve Doğu Akdeniz ile dimlomatik ve ticari ilişkiler geliştirilmişti. Eski dini alanlar tamir edilmiş, bazı yeni kutsal alan inşaları gerçekleştirilmişti.
Mitanni Devleti’nin ortadan kalkması ile Kuzey Mezopotamya’ya doğru Babil yayılması gerçekleşti ise de bölgede Asur gücü ortaya çıkarak tehdit oluşturdu. Asurlular çok kısa bir süreliğine Babil’e hâkim olmuşlarsa da kültürel anlamda derin bir etki altına girmişlerdir. Asur’lar, Babil’in iç işlerine sürekli karışmış, valiler atamışlardır ama bu uygulamalar kalıcı olmamış Kassit yönetimi Babil yönetimini tekrar ele almıştır. Asur baskısı ile gücünü kısmen kaybeden Babil’in asıl yıkılması Elam saldırıları ile olmuştur. İÖ. 1155 yıllarında Babil ve çevresi yağmalanmış ve Babil’e bir Elam valisi atanmıştır.
Elam gücüne karşı direnişi Kassit olmayan İsin Hanedanı gerçekleştirmiştir. Bu hanedandan hükümdar olan I. Nebukadnezar (M.Ö. 1125-1104), Elam topraklarına ilerledi ve Susa’yı yıkarak Orta Elam Devleti’nin sonlanmasına yol açtı. Fakat bu hanedan da uzun ömürlü olmadı ve yıkıldı. İsin hanedanı, Kassit hanedanı gibi devlet görevlerini akrabaları arasında dağıtmış, bunları kudurru isimli taşlara kayıt etmişlerdir. Babil edebiyatı bu dönemde önemli gelişmeler kaydetti. Hatta Sümerce, kült dili olarak varlığını devam ettirdi.
Orta Asur
Bu süreçte Hurri-Mitanni gücüne bağlı Asur, Hititlerin, Mitannileri hırpalaması üzerine 1. Asur-ubalit (M.Ö. 1363-1328) Mitanni’yi arkadan vurarak, Mitanni’nin doğu topraklarını ele geçirmeyi başardı. Orta Asur Dönemi bu şekilde başladı. Babil’de II. Burnaburiaş’ın ölümünden sonra Babil’in vasalı Asur, Mitanni zincirinden kurtulma atağı tecrübesiyle bu defa Babil’e istediği kralı atamıştı ama Babil bu oyunu bozdu bağımsızlığını tekrar kazandı.
Hurri Mitanni Devleti
Hurriler, Eski Doğu dünyasının önemli kavimlerindendi. Hurrilerin anavatanlarını tam olarak bilmesek de arkeolojik buluntulardan ve filolojik belgelerden elde edilen bilgilere göre; anavatanlarının Kafkasya veya büyük bir ihtimalle Transkafkasya denilen Van Gölü, Ağrı Dağı, Hazar Denizi muhitinden olduğu araştırmacılarca düşünülmektedir. Bazı araştırmacılar, Doğu Anadolu´yu Hurilerin anavatanı kabul etmektedirler.
Bu dağlık bölgede İÖ 3. binyılın sonlarına kadar kendileriyle yakın akraba olan Urartularla birlikte oturan Hurriler, İÖ 3. binyılın ortalarından itibaren güneye ve Anadolu´ya göç etmeye başlamışlardır. Hurri tarihinin İÖ 1550´den öncesi tamamen muğlak bir dönemdir. Hurrilerin; Kuzey Mezopotamya ve Suriye´ye ne zaman ve hangi göç yollarından geldikleri hala tam olarak bilinmemektedir. Hatta yerli halk topluluklarından olma ihtimali de göz ardı edilmemelidir.
İÖ 16. yüzyılda Anadolu’ya kavimsel göçler olmuştu. Bu göçler Anadolu’yu şişmanlatmış Hurrileri batıya doğru itmiştir. Bu kaymalar sonucu Hititler ile mücadeleler başlamıştır. Bazı Hurri kabileleri ise Mitanni egemenliğini kabul ederek onların yeni bir devlet kurmalarına yardım etmiştir. Mitannilerin ikinci göçü ile birlikte, yine batıya kayma olmuş ve Hurriler, Hitit denetimindeki Çukurova bölgesini ele geçirerek burada Kizzuvatna Devleti’ni kurmuşlardır.
Hurri, Mitanni, Guti, Med (Metumlar ülkesi) gibi halk toplulukları Kürtlerin ataları ile ilişkilendirilirler. Ancak Zağroslarda yaşayan bu halkların izole yerli halklardan olma ihtimali yüksek. Oysa Kürtler aryan yani ari ırkdan, Aryanların alt kolu olduklarını söylerler. Örneğin, İÖ 16. yüzyılda gelişen ticari yolları kullanarak Mezopotamya’ya gelen Mitanniler aryandı. Kanımca Mitanniler, Asur ve Babil üzerine ilerleyemediklerinden, dağ halklarıyla yan yana yaşayarak onlarla kaynaştı ve onları kendine bağladı. Hurilerde onlara bağlandı. Tarihe ise Diyarbakır, Urfa, Mardin, Sincar arasında devlet kurarak çıktılar (1500 – 1350). Asur ve Doğu Aramileri bu süreçte onlara bağlanmak zorunda kaldılar. O zamanlar bu coğrafyada Hami-Sami halklar yaşıyordu; ancak gelen göçler onları sıkıştırıp iteledikçe daha batı yönüne kaydılar. Ve geç-Hatti, Luvi, Hitit ve Batı Arami halklarıyla ilişki geliştirdiler. Deniz Kavimleri göçü ve kargaşası sırasında Kürt halk Topluluklarının anayurtları Zagroslara sığınarak kimliklerini ve dillerini koruduklarını tahmin edebiliriz.
İÖ 1500 yıllarından 14. yüzyıl ortasına kadar bağımsız; 13. yüzyıl ortalarına kadar Hitit ve Orta Assur krallıklarına bağlı olarak varlığını sürdürmüştür. Devletin başkenti, Habur Nehri’nin kaynağı bölgede olduğu, yazıtlarda geçtiği, ancak yerinin henüz belli olmayan Waşşukani adlı kenttir. Hurri Mitanni Devleti’nin güçlü olduğu dönemde sınırları, doğudan Assur ülkesini de kapsayacak biçimde Zagros Dağları, batıda Akdeniz Kıyıları, kuzeyde Toroslar bölgesine kadar imparatorluk olarak uzanmaktaydı.
Hitit, Asur, Babil, Elam, Mısır
Ünvan olarak “evrenin kralı”, ”kuvvetli kral”, ”Asur kralı” sıfatlarını kullanan 1. Adad-Narari (İÖ 1305-1274) döneminde Asur toparlandı ve Fırat’ın doğusundaki Mitanni toprakları için harekete geçti. Bu toprakların ele geçirilmesi I. Salmaneser (İÖ. 1273-1244) ve I. Tukulti Ninurta (İÖ 1243-1207) dönemlerinde de devam etti. I. Tukulti Ninurta zamanında Fırat’ın doğusunda kalan Kuzey Suriye toprakları tamamen ele geçirilmişti ve Batı Suriye’de hâkimiyeti bulunan Hitit Devleti ile Asur karşı karşıya geldi. Zaman zaman aralarında çatışmalar çıktı.
Asur, Kuzey Suriye’den tarım ürünleri ve işçi gücü sağlıyordu. I. Tukulti Ninurta döneminde Asur, Babil kültürünün etkisi altına girerken, Babil bir daha askeri açıdan Asur kontrolüne geçecekti. Hükümdarın ünvanı “Asur kralı ve Karduniaş kralı, Sümer ve Akad kralı, Sippar ve Babil Kralı, Tilmun ve Meluhha kralı, Yukarı ve Aşağı Denizlerin Kralı, engin dağların ve ovaların kralı, Subari ve Guti topraklarının kralı”… olarak diziliyor, Doğu kültürüne has bir övünme içinde egemenlik iddiasında bulunduğu alanları gösteriyordu. Fakat I. Tukulti Ninurta döneminden sonra bölgeye kavimsel göçler oldu ve Asur gerilemeye başladı.
Bu dönemin en sofistike özelliği deniz kavimleri göçünün, yerleşik halk topluluklarını itelemesi ve geniş bir coğrafyada kargaşanın ortaya çıkmasıdır. Bu dönemde Batı Aramileri deniz kavimlerinden kaçarken Asur duvarına çarparlar. Mısır büyük bir saldırı alır. Filistinlilerin, bu esnada Truva’dan ya da Girit`ten kaçanIar olduğu yazılır. Asur-reşa-işi (İÖ 1132-1115) ile I. Tiglat-Pileser (İÖ 1114-1076) yılları bu kargaşa döneminin başlangıç yıllarıdır. Bunlar gerilemeyi bir süre durdursa bile Orta Asur çökecek, sadece başkent Asur ve Ninova’yı koruyabileceklerdir. Deniz Kavimleri göçlerinin kargaşasında Anadolu ve Orta-Doğu’da eskinin yazı, dil ve kültür yapısı tahrip olmalı ki, bu 400 yıllık evreden bizlere ciddi bir belge kalmamıştır.
I. Tiglat-Pileser akın yapan halklarla Akdeniz’e kadar geniş bir coğrafyada savaştı ve Babil’e akınlar gerçekleştirdi. Babil’de, Asur’a karşılık vererek Ekallatum’u ele geçirdi. I. Tiglat-Pileser, Van Gölü kıyılarına kadar sefer düzenledi ise de bu başarılar kısa dönemlik olmuştur. Asur hükümdarlarının seferlerini anlatan kraliyet yazıtlarının hazırlanma geleneği I. Tiglat-Pileser döneminde başlamıştır. Asur hükümdarlarının inşa faaliyetlerine giriştikleri görülmektedir. Bu dönemden sonra zaman içinde Asur’un kendi çevre bölgeleri ile ilgilenen daha yerel, kapalı bir yapıya dönüştüğü görülecektir
İÖ. 15. yüzyılda ortaya çıkan uluslararası diplomatik, kültürel ve ticari yapılanma İÖ. 11. yüzyılda ortadan kalkmıştır. Güney Mezopotamya’da siyasal tek bir gücün olmadığı bir beylikler dönemi yaşanırken, Kuzey Mezopotamya’da (Orta) Asur kendi bölgesi ile sınırlı olsa da siyasal varlığını İÖ. 950’lere kadar devam ettirmiştir. Bu yüzyıllık dönemde Mezopotamya dil, din ve kültürünü bir sonraki döneme taşımıştır. Babil’de ise siyasal tek bir güç olmasa da kültürel devamlılığı devam ettirecek bir yapılanma vardı. Bu yapılanmalar yalnızca üç kentte varlığını sürdürmüştür: Babil, İsin, Ur. Güney Mezopotamya’da nüfusun çoğu kırsal yerleşmelerde yaşamaya ve yarı göçebe bir yaşantıya geçmişti. Bu dönemin diğer iki önemli olayı göçler ile beraber Babil’e yerleşen insanlar arasında Keldani isimli bir grubun olması ve ticari taşımacılıkta çöl iklimine uygun devenin yük taşıyıcı olarak gözde bir varlık haline gelişidir.
Güney Mezopotamya’da birbiriyle mücadele içinde olan birçok grup vardı. II. İsin hanedanı (İÖ 1157-1026) ve Kassitlerden oluşan Deniz Ülkesi hanedanı bu dönemde öne çıkabilen hanedanlar olmuşlardır. Deniz Ülkesi hanedanı arkasından yine Kassit olan Bazi hanedanlar gelmiştir. Bu hanedandan sonra çeşitli kökene sahip krallar sırasıyla tahtta yer aldı. Bunlar Babilli, Keldani ve hatta Elam kökenli bile olabiliyordu. İÖ. 8. yüzyılın sonlarına doğru ise Asur Babil’in taht işlerine karışmaya başladı. Bu dönemde çok nadir olarak ele geçen metinlerden birinde, Babil’in siyasal kargaşası görülmektedir:
“Doğruluğun ve adaletin kenti Borsippa’da kargaşa, isyan ve karışıklık vardı. Dakkuri kralı Nabu-şua-işkun’un hükümdarlığı sırasında Babilliler, Borsippalılar, Fırat kıyıları (üzerindeki) Duteti’nin (halkı), tüm Keldaniler, Aramiler (ve) Dilbat halkı günler boyunca birbiriyle (savaşmak için) silahlarını keskinleştirdiler (ve) birbirini katlettiler. Üstelik, tarlaları için Borsippalılarla savaştılar.”
Yeni Asur
İÖ 9. yüzyılda Asurlular yeniden toparlanarak, yaklaşık İÖ 5. yüzyıla kadar süren Yeni Asur Krallığnı kurmuştur. Babilin özgürlük ve bağımsızlık isyanlarına rağmen II. Sargon ve sonrasında yeni Asur’un konumu daha da yükselmiş; Asur birçok krallığı egemenliği altına aldığı gibi Mısır’a yapılan büyük seferlerle Mısır’ı da yağmalamıştır. Elam Devletinin ortadan kalkışıyla Medler uluslarası ilişkilere girmiş, oyuna dahil olmuşlardır. Akdenizli ve Anadolulu Luviler bu evrede etkilerini yitirmiş olacaklar ama varlıkları sonradan Nebatiler içinde görülecektir. Yeni Asur Krallığı’nın en geniş olduğu dönemde Medler ve Babilliler, İskitlerle birleşerek Asur’a savaş açmış yıkılmasına neden olmuşlardır.
Luviler
Anadolu’da Hitit öncesi halklardan olan Luviler genel olarak İÖ. 2000-1000 arası, bazı kayıtlarda İÖ 2300-1400 yılları arasında Batı Anadolu’da, Hattiler (İÖ 2500-1700 İç ve Güney Anadolu’da) ve Hurriler (İÖ 1500-1250 arasında güney Anadolu’da yaşamış bir halk) kültürlerinde dinsel içiçelik vardı, yani ana tanrıça tapımı oldukça önemli bir yer tutmaktaydı. Bu toplulukların tanrı/tanrıça çiftleri sonradan bin tanrılı halk olarak bilinen Hititlerde de sahiplenilmiştir.
”Hititçe’de ‘Işık İnsanı’, Işık Taifesi anlamındaki Luviler, İÖ 2300’lerde ortaya çıkmış Anadolu’nun en eski ve bilinmez halklarındandır. Ege ve Akdeniz boyunca yer yer içlere ama genelde Anadolu kıyılarına ve adalara yerleşmiş bir deniz kavmidir, deniz halk topluluklarıdır. Kullandıkları hiyeroglif yazı Hitit’ler tarafından da kullanılacaktır. 1946 yılında H.Th. Bossert ve Halet Çambel tarafından keşfedilen Karatepe’de bulunan bir yazıt, Luvice’nin çözülmesine olanak sağlamıştı. Böylece Yunanca olduğu sanılan Anadolu’ya ait birçok tanrı, yer, nehir, dağ adının Luvi kökenli olduğu anlaşılmıştır. Örneğin Yunanca’da anlamı olmayan Apollon adı Luvice su anlamında apa sözcüğünden türemiştir. Orjinali Luvice, ap(a)-ull(a)-wana’dır. Bu tanrı, Etrüsklere Aplu, Apulu, ya da Aplum biçiminde geçecektir.
Luvi dilinin ve lehçelerinin çözülmesi kültürel gelişimin Sümer, Sami veya Yunan yarımadasından Anadolu’ya değil tam tersi şekilde Anadolu’dan daha güneye ve batıya doğru yayıldığını kanıtlar. O dönemde Yunan yarımadası Avrupa gibi karanlık çağları yaşıyordu. Örneğin Anadolulu “Palasuit” halkının, Troya’nın müttefiklerinden biri olarak şehrin düşmesinden sonra batıdan gelen istiladan kaçarak Doğu Akdeniz tarafına göç ettiği ve buraya yerleşip ‘Palastine’ kentini kurdukları söylenir.”
Hititler, Antik Çağ’da Anadolu coğrafyasında devlet kurmuş önemli uygarlıklardan biriydi. İÖ. 2000 yıllarında göç ettikleri Anadolu’da, yerli Hatti beylikleri üzerinde hâkimiyet kurdular. Başkent, bugün Çorum sınırlarındaki Hattuşaş’tı. İÖ. 1200’lere gelindiğinde büyük güç yıkıldı. Kimi kaynaklara göre yıkılışın sebebi bilinmezken, kimi kaynaklara göre ise Batı’dan gelen “gizemli deniz halkları”nın istilasıydı. Orta Anadolu’da, yarı göçebelerin yaşadığı ve karanlık çağ adı verilen dönem başladı.
Luvi ya da “Luwian” terimi, İÖ. 2000- 1000 yılları arasında Batı Anadolu’da yaşayan toplumlara da verilen şemsiye bir isim. Ama aynı zamanda Anadolu topraklarında 2000 yıl boyunca konuşulan dile de Luvi dili deniliyor. Hititlerin hem komşusu hem de düşmanı olan bu topluluk, Anadolu’nun batısında, Ege ve Akdeniz kıyılarından birkaç yüz kilometre içeride yaşıyordu. Batı Karadeniz’den geldiklerine inanılıyor. Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenen birçok Luvi yazıtı var. Luvi denilen çatı kavram, “Leugh” yani bağlamak, şehirler ve insanların organize olması anlamına gelen bir kelimeden türemiştir.
Yeni Babil – Keldaniler
Ancak bu dönemde güney Mezopotamya’da Babilliler egemenliğini yeniden sağlamıştır. Babil’in, Asur Yönetiminden Kurtuluş Savaşı yüzyıllar boyu sürer. Babil her durumda isyan etti. Ancak, Asurlular Babil’in bağlılığına havuç sopa politikasıyla daimilik kazandırdılar, bazen imtiyazlarını artırarak bazen de askeri zor metoduyla başardılar bunu. Bu durum Asur kralı Asurbanipal’in İÖ 627’de ölümüyle değişti ve Yeni Babilliler ertesi yıl Keldani Nabopolassar’ın önderliğinde isyan ettiler. Medlerin yardımıyla Ninova İÖ 612’de yağmalandı ve ünlü kral tahtı tekrar Babil’e götürüldü.
Yeni Babil veya Keldani devleti hükümranlık dönemiyle ne kastedilir? İÖ 626’da Nabopolassar’ın isyanından başlayarak İÖ 539’da I. Darius’un istilası ve fethine kadar 87 yıl süren 11. Keldani hanedanlığı yönetimindeki Babil kast edilir. Yeni Babil Keldani Devleti, eski mabetleri restorasyondan geçirmiş, bilinen en büyük tapınak olan Marduk’un Esagila – Etemenanki Zigguratı’nı ve şehrin duvarlarını yeniden inşa etmiştir.
Babil topraklarını düzenli sulama için Fırat nehrine bağlı kanallar açmış ve meşhur asma bahçelerini kurmuştur. Büyük bir mühendislik becerisi ile yapılan bahçeler antik dünyanın yedi harikası arasında yer alır. Efsaneye göre 2. Nabukadnezar, Babil Bahçeleri’ni bir Med prensesi olan ve memleketindeki dağların, bağ bahçelerin hasretini çeken eşi Semiramis için kurmuştur. Yeni Babilliler, Mısır ve Suriye’yi başarısız kalan istilaya girişmiş, Sur (Tyre) ve Ammonî gibi bazı krallıkları da ülkesine katmıştır, Kudüs’ü işgal ederek Babil’e bağlı bir vilayet yapmış, İbranilerin birinci sürgün dönemini başlatmıştır (İÖ. 586). Bu dönemde Akadlar ve Elamlar tekrar isyan ederler ama egemenliklerini yeniden kuramazlar. Babil dışında Urartular ve Medler de bağımsız birer güç olarak varidatlarını korumuşlardır.
Urartu
Urartu, İÖ 900 yılında Ermeni halkın yaşadığı çeperde kuruldu. Başkenti Tuşpa (Van) şehridir. Maden işlemeciliğinde ilerlemişlerdi. Tarımla ve hayvancılıklada uğraşmışlardır. Van ovasını sulamak için yaptıkları su kanalları günümüzde bile kullanılmaktadır. Urartu Devleti İÖ 600 yılında Medler tarafından yıkılmıştır.
Medler, Urartu devletine de son vermiştir. Sonrasında ise Medler bir ihanet sonucu Perslerce tarihden silinirken, Babil’de aynı akıbete uğrayacaktır. Hititler, kavimsel göç istilasıyla zayıflamış, Luvilerce yıkılmıştır. Ardından Anadolu’da uzun süre Frigler egemen olmuş ama Kimmer istilasıyla onlarda erimiş, Lidya egemenliğini tanımak zorunda kalmışlar.
Frigler
İÖ 1200 yıllarında Hititlerin yıkıldığı bölge üzerinde ve Ankara, Eskişehir, Afyon dolaylarında devlet kurdular. Devletin başkenti Ankara’nın Polatlı ilçesi yakınlarındaki Gordion şehridir. Frigyalılar krallarına Midas ünvanı verirlerdi. Tarım ve hayvancılıkla uğraşmışlardır.Tarım ve hayvancılıkla ilgili sert kanunlar koymuşlar tarıma ve hayvancılığa zarar verenleri şiddetle cezalandırmışlardır. Frigyalılar İÖ 7. yüzyılda Kafkaslardan Anadolu’ya gelen Lidyalılar tarafından yıkılmıştır.
Lidya
Lidya, Gediz ve Büyük Menderes ırmakları arasında kurulmuştur. Kral Giges zamanında bağımsız bir devlet kurmuşlardı. Başkentleri Sard şehridir. ( Bugünkü Manisa-Salihli yakınlarındadır.) Ticaretle uğraşmışlardır. Kral Giges Efes’ten başlayıp Mezopotamya’ya kadar uzanan Kral Yolu’nu yaptırmıştır. Ticaretteki bu gelişmeler nedeniyle Lidyalılar tarihte ilk kez meta-parayı icad ettiler. Lidyalılar İÖ 547 yılında Anadolu’yu işgal eden Persler tarafından yıkıldılar.
Akalar
İÖ. 1200 yıllarında Yunanistan’dan Dor saldırılarıyla kaçarak/göç ederek Ege kıyılarına yerleşen Akalar İyonya’yı kurdular. Akalar Ege kıyılarında 12 ayrı şehir kurmuşlar ve şehir devletleri halinde yaşamışlardır. En önemli İyon şehirleri İzmir, Efes, Milet, Foça’dır. Her şehrin başında ayrı bir kral ve tanrı bulunuyordu. Bundan dolayı hiçbir zaman güçlü bir krallık kuramamışlar ve ayrı ayrı şehir devletleri halinde yaşamışlardır. Siyasi birlik yoktur. İyonyalılar denizcilikte ileri gitmişlerdi. Ancak zamanla Lidyalıların, Perslerin ve Romalıların egemenliğine girerek kaybolacaklardır.
Bu dönem Anadolu’sunda karışık bir evre vardır. İÖ. 1200 – 750 arasında neler yaşandı? Bu soruya malesef iyi bir yanıt yok…
Antik Tanrıların İlahi temeli Çöktü
Ancak Darius’un barbar Persleri, Marduk’un Babilini istila etmeleri (İÖ 539) sonrasında burada durmamış, Anadolu’yu da ezmiş geçmiş, Lidya kralını ateşe atmış (İbrahim miti gerçekte burada yaşanmış olabilir) ardından Zeus’un Ege, İstanbul ve Atina’sına ilerleyerek tarihde bir daha eşi görülmeyecek tarihsel vaka yaratarak, binlerce yıldır güçlü etkisi olan, dünyanın en güçlü iki tanrısını Marduk, Kibele ve Zeus’un ilahi temelini çökertmişlerdir. İbrani tanrısı El – Eloh bu boşlukta Marduk’un özelliklerini kendine katarak bir ilah haline dönüşmüştü (Al İlah ya da İbranice Aloah- Eloah, çoğulu Elohim, Arapça okunuşu Allah).
İskender
Coğrafya yüzyıl savaşlarla sarsılır. Bu çöküşün önünü almak isteyen Yunan egemen sınıflarının aristokrat temsilcisi Platon, Yunanlıların birliğini ontolojik olarak felsefi temelde Mutlak İdea ile yeniden kurar. Platon mitolojik düşüncenin güçsüzlüğünü ilk gören kişi olarak çoğulculuğa karşı tekciliği, barbar akınlara karşı uygar Yunanlı ideolojisini işler, tek tanrıcılığın felsefesini geliştirir. Bu idea’yı bir ideolojik silah olarak kuşanan Aristo’nun öğrencisi İskender, Doğu’ya akın başlatır. Birde dünyayı İskender sarsacaktır…
Roma Bizans
Ancak erken yaşta ölen yenilmez Zülkarney, ardında dört parçaya ayrılacak bir imparatorluk bırakır ve bu parçalar Roma’ya yem olur. Halkların iniltileri üzerine yükselen çok tanrılı Roma, barbar akınlarına karşı koyamaz, yıkılır ama varidatı Bizans olarak sürer. Bin yıl yaşayan Bizans, hasta yatağında ölümünü bekleyenler tarafından mülküne çökmek için dört bir taraftan sarılmıştır.
Osmanlı
Osmanlı, iyi bir zamanlama ile hasta yatağında ölmek üzere olan Bizans’ın mülküne çöker. Osmanlı egemen sınıfları ricali de kısa bir süre sonra halktan kopacak egemenliklerini halka yaslanarak değil devşirme sistemi üzerine inşa ederek, halkların iniltileri üzerine yükseleceklerdi… Osmanlı’nın, Timur’un seferi dışında, çevresinde hep kendinden cok zayıf ülkeler vardı. Ancak buna rahmen gelişen Bilimsel Teknik Devrim ve Buluşlara sırtını dönen Osmanlı, gelişen bilim ve felsefeden, hatta batı Avrupa da gelısen kapitalist ülkelerden habersiz, hala, yeryüzünde tanrının gölgesi ve tek temsilcisi olduğuna inanan bir padişah tarafından yönetiliyordu ve 1922’lerde başkent İstanbul’un işgale uğramasıyla Osmanlı tepe takla olur, kendi üstüne çöker.
Yaşadığımız coğrafya, günümüzde de bu anlattıklarımızın bir benzeri gibi sürekli savaş ve kargaşa içinde bir coğrafyadır…







