Geçtiğimiz kış, 128 milyar dolar nerede sorusunun ortaya atılması ile birlikte, devletin kuru 10 TL civarında tutmak ve tabii yandaşlarına sermaye transferi yapmak için, 128 milyar dolarlık Merkez Bankası rezervini erittiğini, bir tür hatır çeki demek olan swaplarla dolar rezervini 40 milyar dolar civarında tutabildiğini öğrendik. Daha da önemlisi, saray rejimi, içine girdiği mali krizi atlatabilmek için, merkez bankasının altın rezervlerini de muhtemelen Londra’ya taşımıştı. Tüm bunlara rağmen, Türk parasının değer kaybı devam etmiş, dolar almış yürümüştü.
Aslında, bu durum, AKP rejiminin iktisadi politikalarının, kendi elitlerini beslemek için halka karşı geliştirdiği iktisadi sistemin mantıksal sonucu, daha da ötesinde, AKP’nin üretimden uzak, hovarda mirasyedi yapısıyla da ilgili. Şu ya da bu şekilde, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100 yılda biriktirdikleri, AKP tarafından, 20 yılda ama özellikle 2016’dan bu yana, neo-liberal azgınlığı da aşan bir talan şeklinde hovardaca “eziliyor”.
Fakat, AKP’nin ezdikleri yalnızca Türkiye Cumhuriyeti’nin kamu malları değil, bunun da ötesinde, Türkiye’nin devlet geleneği içerisinde, yıllardır biriktirdiği, özenle büyüttüğü, devlet adamları da, AKP’nin politikaları sonucu hovardaca harcandı.
Merkez bankasını tahkim etmek için altın rezervinin Londra’ya taşınmasına benzer bir şekilde; bir tür devlet malı diyebileceğimiz, devlet için altından daha kıymetli isimler de, siyasi iktidarın merkezini tahkim etmek için, başka adreslere taşınmak zorunda kaldı. Bu altın değerindeki devlet adamlarının en başında elbette, şimdilerde devşirmeymiş gibi görünen ama geçici görev yerlerinden asıl muvazzaf oldukları pozisyonlarına gelen Doğu Perinçek, Hüseyin Gülerce, Taha Kıvanç, Ethem Sancak gibi isimler geliyor. Devletin muhafazakar ve solcu geleneğinin içinde yıllardır, muhalifler için korsan deniz feneri, devlet için de dalgakıran rolü oynayan bu isimler, tıpkı Türk parasının değer kaybetmesini önlemek için altın ve döviz rezervinin harcanmasına benzer bir şekilde, Türk merkezi devlet siyasetinin değer kaybetmesini engellemek için piyasaya sürüldüler, açık edildiler… Bilenler için zaten sürpriz değil ama Perinçek’in kendisini konumlandırmaya çalıştığı ulusalcılık yerini terk ederek, doğrudan Avrasyacılık ekseninde ve Tayyip Erdoğan’ın öncülüğünde, neo-faşizan bir çizgiye gelip yerleşmek durumunda kaldı. Perinçek’in kendisini büyük bir emek vererek yerleştirdiği bu 50 yıllık ulusalcı pozisyon, orta ve uzun vadede sendikalardan, kültür-sanata, ideolojiden teoriye kadar her alanı sosyalist söylemli, anti-emperyalist görünümlü, ama gerçekte nasyonal sosyalist bir yapıydı ve Türkiye solunun tutarsızlaşmasında, itibarsızlaşmasında, Perinçek’in inşaa ettiği bu çizginin payı büyüktür. Ne var ki, gelinen noktada, devletin Perinçek gibi altından adamlarına, tıpkı altın rezervlerinin gizli kasalardan alınıp piyasaya sürülmesi gibi, piyasada ihtiyacı var İmam hatipleri savunmak, Tayyip Erdoğan’ın yazılarını Vatan Partisi’nin yayın organlarında basmak, eşcinselliği ve toplumsal hakları lanetlemek artık Boynukalınların ya da Pelikanların değil, bizzat Perinçek ve avanesinin görevi.
Bu bakımdan, AKP, yalnızca Türkiye Cumhuriyet merkez bankasının, 100 yılda biriktirdiği dolar ve altın rezervini tüketmekle kalmamış, devletin 50 yıldır biriktirdiği “devlet adamlarını” da bir kaç yılda hovardaca yiyip bitirmiştir.
…
İktisadın en büyük sorularından birisi olan, altının değerinin nereden geldiği ve Türk Siyasetinin en önemli sorularından birisi Perinçek’in değerinin nereden geldiği sorularını askıda bırakıp, ilerleyelim.
Sahte Para isimli çalışmasında Derrida, sahte paranın anlaşılmadığı müddetçe, sahte olmadığını ve dolaşımda olmasında, bir değeri temsil etmesinde bir sorun çıkmamasını normal karşılar. Ki aslında zaten paranın temsil ettiği değerin inşa edilme biçimi son derece problematiktir. Almanlar bu açığı 2. Dünya Savaşında kullanırlar ve İngiliz sterlinini devalüe edebilmek için, sahte İngiliz sterlini basıp, Avrupa ve dünya piyasalarında piyasaya sürmeye çalışırlar. Türkiye’de bilinen devlet eliyle TC’nin ya da başka bir devletin parasının kalpazanlığı yok ama Türkiye devletinin, sahte komünist imal etmek gibi bir yeteneği var üstelik en başından beri. Mustafa Suphilere karşı, Sovyetler’de Bahaettin Şakir ve İbrahim Tali gibi sonradan Türkçü olacak olan diplomatların çıkartılması, Suphilerin tasfiyesinin ardından “illegal” komünist partisinin Şefik Hüsnü’ye emanet edilmesi (Ki Perinçek’in Aydınlık’ında kurucumuz Şefik Hüsnü, yazar)… Özellikle 1. Meclis’te İştirakçi (Komünistin Osmanlıca karşılığı) grubunun İçişleri Bakanlığı’nı alacak kadar güçlenmesine karşı, Hakkı Bayiç’e resmi TKP kurdurulması ve CHP’nin 6. oku Halkçılığın icad edilmesi…
Merkez bankasının altın ve döviz rezervleri tükenince, malum, hükümet, memleketin her yerinde boncuk buldu (bor, doğal gaz, bakır vb…)… Bunları, çoğu Körfez menşeili zenginlere pazarlamaya çalışıyor. Benzer bir şekilde, devlet, kendi adamlarından boşalmış olan yere, hakkını verelim, hiç birisi ne Perinçek’in ne Gülerce’nin karatında/âyarında olmayan, süfli tipleri yerleştirmeye çalışıyor.
Hakkını teslim etmek lazım, Perinçek gerçek bir simyagerdi, dokunduğu her sosyalist değeri büyük bir ustalıkla, ulusalcılık üzerinden merkeze bağlayabiliyordu, Perinçek’ten boşalan yere aday olan bu tağşiş edilmiş devlet mallarına, bu sahte banknotlara baktığımızda, örneğin TKP, öteki TKP beriki TKP ve sadrazamın SOL yanından oluşan terkibe baktığımızda, tıpkı Melih Gökçek’in seymenler oynayan kedileri gibi, “liberaller, etnikçiler, foncular” diye diye zıplayan, kitchlik bakımından, göle maya çalan Nasreddin Hoca heykelinden aşağı kalmayan, Avrasya işi pilli oyuncakların rüküşlüğü, malumatfuruşluğu… 5’li çeteye mensup bir müteahhit tarafından imal edilmiş gibi işçilikten çalınmışlıkları. Taraf zamanlarından kalma, tarihte , ideolojiden hepsinden önemlisi, etik deyip felsefileştirmeyelim, utanmaktan bi-haber teorik metinler…
Gerçek parayı ışığa tuttuğunuzda ortaya çıkan siluetler, filigranlar gibi; sahte sosyalistlerin sahteliği de, kriz dönemlerinin yangınlarında çıkan ateşe tuttuğunuzda ortaya çıkan siluetlerin, filigranların eninde sonunda ulusalcı materyaliteyi çağırmasından rahatlıkla anlaşılabiliyor. Ama, ahir zamanda, örtüye gerek yok… Saray rejiminin göz göre göre götürdüğü gibi, SoL’cu gazeteler de, göz göre göre, ulusalcıları sosyalist diye takdim edip, ulusalcılık programları üzerinden, sosyalistlere sopa attırmaya çalışıyorlar…
En azından Paris Komünü’nden beri, sosyalizmin iyi kötü belirli bir programı, belirli sınırları var.
Banknota değerini uluslararası finans sistemi ve merkez bankaları verir. Devlet mallarının değeri de benzer bir şekilde belirlenir. Ama sosyalistler için değer oluşturmanın başka mekanizmaları vardır. Örneğin ODA TV’ci birisinin ben sosyalistim diye ortaya çıkması ya da CHP’li bir vekilin sosyalizm tarihi anlatması ya da AKP’nin Cumhuriyet gazetesine atadığı mütevelli heyeti tarafından yazar yapılan birisinin sosyalistliğinin kıymeti, Türkiye’deki sosyalizmin tarihinin ve değerlerinin karşısında, AKP’nin türedi çocuklarının düğünlerinde havaya savurdukları sahte dolarların, Mahmutpaşa’daki değeri kadardır…
…
Altın ve banknotun değerinin inşa süreci problemli olmakla birlikte, en temelde rezervinizde altın (döviz) varsa, piyasaya bu değerin karşılığı olan bir tür bono senedi niteliğindeki banknot sürmeniz beklenir. Merkez bankasının rezervleri eriyince, enflasyonist politikalar belirince genelde yapılan, karşılıksız para basmaktır. Türkiye, özellikle altın ve dolar rezervlerinin erimesinden sonra, 90’lı yıllar nostaljisini bu alanda da es geçmemek için, karşılıksız para basıyor. Gıcır gıcır ama alım gücü olmayan banknotlarla, büyük bir hızla stagflasyon uçurumuna doğru yol alıyoruz…
Benzer bir durum, sarayın, Türkiye sosyalist hareketine karşı sürdürdüğü operasyon için de geçerli.
Sarayın elindeki ulusalcı rezerv tükenince, bu rezervin yerine ikame edilmeye çalışılan sahte banknotlar yalnızca yönetememe krizini daha da karmaşıklaştırınca, geriye banknot basmak kabilinden, saray rejiminin darphanelerinde basılmış, janti sosyalistler, teorisyenler kalıyor…
Yaklaşmakta olan ve Türkiye halkları için ölüm kalım savaşı demek olan seçimler için, karşılıksız olarak basılmış banknotlar gibi hiç bir karşılığı olmayan ama pırıltılı laflar eden kıymeti kendinden sosyalistler, karşılıksız paranın piyasada enflasyonu bir sarmala dönüştürüp derinleştirdiği rolün bir benzerini, Türkiye siyasetinin içinden çıkılmazlığını, tek adam rejiminin vazgeçilmezliğini sağlamlaştırarak oynamaya ant içmiş görünüyorlar.
**Bu yazı daha önce Gazete Karıca’da yayınlanmıştır.