Osman Özarslan
İnsanlar kimi zaman gönüllü kimi zaman da cebren ama genelde zor durumda olduklarında ama tarihin her döneminde, hep göç ettiler. Kıtlık, salgınlar, ticaret, yeni koloniler bulma, savaşlar, macera, din, mezhep ve etnisite kavgalarının yol açtığı yersiz yurtsuzlaşmalar göçlerin en bilinen sebepleri oldu.
Endüstriyel kapitalizm ve ulus devletlerin inşası, emperyalist savaşlar ve bu savaşlara bağlı etnik, dinsel, sınıfsal savaşlar, modern insanı daha önce hiç olmadığı kadar çok sayıda, ve daha önce olmadığı kadar uzağa göç etmek zorunda bıraktı.
Dolayısıyla insanlık ve göç ilişkisi pek çok bakımdan son derece katmanlı bir mesele. Bunun hukuki, siyasal, sosyal, iktisadi ve uluslararası ilişkiler ile ilgili tarafları var. Ne var ki günümüzde göç meselesinin, gelişmiş devletlerin yoksul üçüncü dünyayı kolonize etmesiyle, metropol devletlerin terörizmlerini üçüncü dünyaya ve gelişmemiş ülkelere ihraç etmesiyle, insan emeğinin pek çok biçimde sömürülmesiyle ve kolonileri yer yer deneysel labaratuvarlara dönüştürmesiyle yakından alakası var. Dolayısıyla, Afrika’nın değişik bölgelerinde, Güney Doğu Asya’da, Kafkaslar’da, Balkanlar’da, Ortadoğu’da ve Latin Amerika’da yaşayan yoksul insanlar, canları pahasına, daha güvenli, daha adil, daha müreffeh, daha sosyal gördükleri, gelişmiş (kabaca G-8 diyelim) ülkelere canlarını bile tehlikeye atarak, göç etmeye çalışıyorlar.
Bu meselenin, sosyolojisi, kültürü, siyaseti ve iktisadı bir kenara, bir olgu olarak göçmenlik Türkiye popüler1 kültürünün ve popülist siyasi tarihinin de bir parçası. Dolayısıyla, ben burada göçmenlik/sığımacılık yolculuğunda, maceralarında, üzerinde çok konuşulmuş bilinen genel bir göçmenlik meselesi yerine, daha partiküler, zaman zaman duyulsa da çok bilinmeyen, bir konuya; göçmenler ve organ kaçakçılığı konusuna odaklanmaya çalışacağım. Zira, organ nakli teknolojilerinin grotesk tarihi ile yoksul göçmenlerin yolları mütemadiyen ve dünyanın pek çok göç yolculuğunda kesişiyor. Burayı açıklamak için öncelikle, organ nakli tarihinin grotesk tarihi dediğim, yasa ile yasa dışı arasındaki alacakaranlık kuşağında yer alan öznelere, mekanlara, koloniler ile metropol dünya arasındaki yeni sınıf ilişkilerine ve bu ilişkilere yaslanan tarihin biyo-politikasına bakacağım. Organ naklinin yasal ya da yasa dışı hale gelmesi, ulusal ve uluslararası pek çok öznenin, pek çok dini-siyasi çevrenin müdahalesi sonucunda gerçekleşiyor. Dolayısıyla, öncelikle, bir insanı, bir başka insanın organını, satın almaya, çalmaya, gasp etmeye “zorlayan” devlet politikalarını, dini yaklaşımları, etik anlayışları bir bütün olarak bunun arkasındaki biyo-politikayı anlatmayı deneyeceğim. Burada tıbbi mecburiyetler, onların önünü (genelde ) kesen dinsel önyargılar, ve bir yandan bu ikisini uzlaştırmaya diğer yandan, insan bedeninin haysiyetini korumaya çalışan sosyal politika etiğinin her zaman işleri kolaylaştırmadığını hatta zaman zaman, bekleme listelerinde ‘çürüyen’ insanların, devlet sisteminden çıkıp şanslarını grotesk tarihin içinde aramalarına odaklanacağım.
Akabinde bir yandan neo-liberal dönüşümü ve bu dönüşümün alamet-i farikası olarak biyo-politikadan biyo-kapitalizme geçişin tarihini anlatırken, diğer yandan da, bu dönüşümün sosyal devletlerin tasfiyesi, sermayenin sınırsız dolaşımı gibi bilinen argümanlarla sınırlı olmadığı, bu dönüşümle birlikte insan bedeninin de bir üretim ünitesi, bir hammadde deposu ve bir bütün olarak bizzat bedenin kendisinin bir değişim değeri haline geldiğini anlatmaya çalışacağım.
Son olarak, organ naklinin grotesk tarihi bu tarihin bir cüzü olarak kolonici biyo-kapitalizmin, yoksul dünyadaki çıplak hayata dönüşmüş (Agamben, 1998) bedenleri, onların çıktığı umut yolculuklarında, nasıl bedel haline getirdiklerini, bedenin bu bedel aracılığı ile nasıl değişim değerine dönüştüğünü anlatmaya çalışacağım.
-II- Organların Alacakaranlığı
Organ nakli, 1960’larda, daha önceden bulunmuş olan iki tıbbi makine (solunum ve suni kalp cihazı) yardımı ile insanın bir süre daha hayatta tutulabilmesinin sonucu olarak hızla gelişti (Lock, 1996, 1999, 2002). Beyin ölümü tanısı ile, ‘canlı’ bedenden, henüz tükenmeye başlamamış majör organlar (kalp, ciğer, böbrek vb..) alınarak başkalarına nakledilmeye başladı (Lock, 1999, 2002; Sanal, 2011)
Türkiye’de ve dünyada, devletler organ bağışını ve naklini desteklediler (Budiani, 2007; Crowley-Matoka&Lock, 2006; Marshall&Daar1998; Das, 2000; Hamdy, 2012; Sanal, 2012; Fox&Swazey 1978, 1992). 1990’larda, organ nakli, ABD’den başlayarak, dünyanın kimi yerlerinde hayat armağan etmek olarak tanımlandı ve çoğunlukla devlet politikası haline geldi (Shimazano, 2008; Sminoff&Chillag, 1999; Simmons&Simmons, 2004; Simpson, 2004). Bu yaklaşımın benzeri, Türkiye’de ve dünyada sağlık bakanlıklarının organ kampanyalarında kullanıldı. Hatta, beyin ölümü gerçekleşen yakınlarının organlarını bağışlayan aileler ve onların kayıpları bu yeni sistemin gazileri/şehitleri olarak modern teolojideki yerlerini aldılar (Lock, 2002; Crowley-Matoka&Lock, 2006). Beyin ölümü sonrası organlarını bağışlanan mevtaların hikayeleri ile, onların sayesinde iyileşen insanların yeni bedenlerinin ve yeni organlarının hikayeleri birbirine karıştı… Geçtiğimiz yıllarda Diyanet Başkanı olan Mehmet Görmez, organ bağışını “candan cana en büyük sadaka” olarak tanımladı (Diyanet TV, 2015).
Devletler, ellerindeki bütün kurumlarla, organ bağışını genişletmek ve kolaylaştırmak için girişimlerde bulunuyorlar ama bir türlü istedikleri noktaya gelemiyorlar (Hamdy, 2012; Sanal, 2012; Lock, 2002). Çünkü, kültür ve toplum alanında işler, hukuk ve tıp alanındaki kadar pürüzsüz değil (Hamdy, 2012; Sanal, 2012; Lock, 2002). Kadavradan ve canlıdan nakil ile temin edilen organlar, dünya çapındaki bekleme listelerinin yaklaşık %10’unu anca karşılayabiliyor2, bekleme listelerindekilerden %10’u ölüyor, kalan yaklaşık %80’lik kesim beklemeye devam ediyor. Bu bekleyişin, ağrılı, masraflı, akrabalık ilişkilerini yıpratan, insanı canından bezdiren bir bekleyiş olduğunu söylemeye gerek bile yok (Hamdy, 2012; Sanal, 2012; Fox&Swazey, 1978; Gordon, 2001a/2001b; Hamdy, 2008b)
Peki organlar neden bağışlanmıyor? Ya da devletin istediği ve izin verdiği şeyi, vatandaş neden istemiyor, izin vermiyor. Öncelikle, şehir efsaneleri ile popülist tarikatların tuhaf içtihatları (Hamdy, 2012, 2008a; Sanal, 2012; Özarslan, 2019), karşılıklı olarak birbirini besliyor; Müslüman dünyanın dışında, örneğin Japonlar, tanımadıkları insanlardan organ almayı ödenmeyecek bir borcun altına girme, batının bir başka kültürel tecavüzü ve beyin ölümü tanısının, inandıkları Şintoizm dininin animizmine çok da uyumlu olmadığını düşünüyorlar (Lock, 2002; Lock&Honde 1991; Ohunuki-Tierney, 1997, Hardacre, 1994)
Tarihsel arka plan bir diğer mesele; örneğin, Nazi mirasından dolayı, Almanya’da tıp her zaman temkinle yaklaşılan bir alan, ki 1990’larda kadavraların farmakoloji firmalarına ve sürüş testi yapan firmalara deney amaçlı satıldığı/kiralandığı bilgisi bu bagajı patlattı ve büyük bir skandala dönüştürdü (Hogle, 1995, 1996, 1999).
Etnik azınlıkların, tarihsel tecrübelerinden edindikleri “önyargıları” organ bağışının önündeki bir diğer engel, örneğin Amerika’da organ bağışı yapanlar arasında, siyahiler ve Latinler en aşağı sıralarda yer alıyorlar. Zira, (bu kanaat Türkiye’de de oldukça yaygındır) eğer organlarını bağışlarlarsa, beyin ölümü tanısının istismar edici bir şekilde kullanılacağını ve belki yaşama şansları varken, öldürülüp, organlarının bir ‘beyaz’a aktarılacağını düşünüyorlar (Navaneethan&Singh, 2006; Rodrigue vd. 2006; Brown vd, 2010; Reid vd, 2004; OPTN, 2011)
Tarihi, kültürel, dinsel, sosyal bariyerlerin dışında, insanları bekleme listelerinden çıkıp kendi çözümünü bulmaya iten başka nedenler de var. Bunların en başında, aslında gene devlet politikaları geliyor; Avrupa ve ABD’de resmi olarak ameliyat olmak son derece pahalı. Eğer sigorta sisteminin içinde değilseniz, bu masrafı karşılamanız zor (Sharp, 2001; Hamdy, 2008b; Scheper-Hughes, 2000, 2003a, 2003b). İsrail, yakın zamana kadar, vatandaşlarını başka ülkelerde daha ucuza organ bulmaya ve daha ucuza organ nakli olmaya teşvik edip, bu ameliyatları devlet olarak fonluyordu (Scheper-Hughes, 2011).
Ameliyatın finansmanı çözülse bile, organı yasal olarak bekleme listesinde beklemek, diyalize bağlı olarak “kalitesiz” bir hayat sürmek, her an ölümle burun buruna, bir kadavradan gelecek kalbi, retinayı ya da karaciğeri beklemenin bedensel ve ruhsal yükünü taşımak da kolay değil (Sanal, 2012, Hamdy, 2012).
Ve tabii bir de, kadavradan alınan ile canlıdan alınan organın arasındaki “kalite” farkı. Canlıdan alınan organlara tıbbi olarak ‘fresh’ deniyor ve nakledilen bedende ortalama 22 yıl tutunurken, kadavradan alınan organlar ortalama 8 yıl tutunuyor bedende. Elbette, organın işlevini yerine getirmesi, perhizler, kullanılan ilaçlar bir bütün olarak yaşam kalitesi nakledilen organın canlıdan mı yoksa kadavradan mı alındığına göre değişiyor (Scheper-Hughes, 2005).
Bu durum da ister istemez, dünya nüfusunu, bu nüfusun sosyal-sınıfsal-kültürel yapısını bir kez de organ alanlar ve verenler olarak ikiye bölüyor, dünyanın bölgelerini organ kuşakları üzerinden yeniden tanımlıyor. Amerikalılar, Kanadalılar daha çok, Latin Amerika’da organ safarisi ve turizmi yaparken, İsrail, Katar, Suudi Arabistan gibi zengin Orta Doğu ülkeleri, Gürcistan, Türkiye, Suriye, Irak, Bosna, Kosova, Güney Afrika gibi yerlerde; Japonya, Güney Kore gibi zengin Uzak Asya’da, Güney Doğu Asya, Çin, Hindistan, Taylan’da organ turizmi ve safarisi yapıyor… (Scheper-Hughes, 1996,2000, 2001, 2002, 2003a, 2003b, 2008; Tober, 2007; Sharp, 2000, 2006b, Shimazono, 2008; Cohen, 1999; Sanal, 2004; İkels, 1997a, 1997b, 2012; Joralemon, 1995, 2000, 2001, 2002)
Yani organ bedende mi kalacak, satılacak mı, değişilecek mi, değişimi mafya mı devlet mi yapacak, din ve etik buna cevaz verecek mi, tüm bunlar çözülse bile aile mevtanın kadavra haline gelmesine izin verecek mi? Bu problemlerin tamamı, aslında tıbbi gibi görünen basit bir meseleyi son derece karmaşık, kültürel, dinsel, hukuki, ailevi ve mafyatik bir hale dönüştürerek, organları, onları alanları ve satanları, grotesk bir tarihin öznesi haline getiriyor.
-III- Neo-Liberalizm , Biyo-Kapitalizm ve Değişim Değeri Olarak Beden
Bu tarihi grotesk hale getiren, organları alacakaranlık kuşağında bırakan şey, yalnızca burada faaliyet gösteren aktörlerin tekinsizliği ya da konunun hayat memat meselesi olması değil, bunun ötesinde burada hukuk ve hukuksuzluğun birbirinin içine geçtiği bir alan var3, burada, insan bedeni devlet hukuku, piyasa hukuku ya da mafya hukuk(suzluğ)u aracılığıyla, kendi kutsallığından soyunup, iktidarın, piyasanın ve karanlık dünyanın brokerlarının denetimine ya da müdahalesine açık hale geliyor ki, buradan itibaren, biyo-politikanın sınırlarından, biyo-kapitalizmin alanına girmiş oluyoruz…
Biyo kapitalizm dediğimiz şey aslında, 1970’lerde, gen diziliminin dijital yazılımlara kopyalanması ile elde edilen matrikslerin bilişim teknolojilerine uyarlanması ile başladı (Fumagalli,&Lucarelli, 2012). Sonrasında, ziraat alanında gen çalışmaları ile devam etti. 1980’lere gelindiğinde, biyo-kapitalizm özellikle zirai alanda belirli bir hukuki bağlam edinmişti ve ABD merkezli spekülatif sermaye kendisini giderek daha biyolojik hale getiriyordu. Bu biyolojikleşme, Stanford Üniversitesi’nde temelleri atılan, üniversite teknokentleri ile venture sermayenin evliliği ile yeni bir boyuta taşındı. 1990’lara gelindiğinde ise 2000’lerin başında çokça tartışılan, klonlama, gen haritası, kök hücre, sperm bankaları, ölümsüzlük çalışmaları, ekstrem uzuv ve yüz nakillerinin temelleri çoktan atılmıştı… (Davison, 2015; Cooper, 2008; Cooper&Waldby, 2014; Fumagalli&Morini, 2010; Fumagalli&Lucarelli, 2007, Rajan, 2012a, 2012b)
Biyo-kapitalizm gelişirken, bu gelişmelere epey geriden de olsa, biyo-etik tartışmaları da eşlik etti. 1970’lerde kan ve organ nakli gelişirken, Titmus’un (1972) ortaya attığı, özellikle kan ve üretilebilir vücut sıvılarını, meta değil Mauss’un ‘hediye’ nosyonu formunda (Mauss, 1967) tutma önerisi, İngiltere’den başlayarak dünyanın pek çok yerinde ve Türkiye’de hayata geçirildi. Ama bir bütün olarak baktığımızda, biyo-etik tartışmaları bir yana, devletlerin ve şirketlerin biyo-etik karneleri kırıklarla dolu. Zira, etik tıp herşeyden önce pahalı ki bu yüzden Afrika büyükçe bir labaratuvara dönüştürülmüş durumda (McNally, 2016), AIDS hastalarının kaderlerine terk edilmesi (Biehl, 2005) de gene buradaki maliyetin bir sonucu…Etik tıbbın maliyetinin ötesinde, yukarıda bahsedilen bariyerlerden dolayı, vücut kimi sıvıları tekrar tekrar üretebilse de organları (henüz) üretemediğinden dolayı, arz-talep dengesi organ ‘piyasasında’ bir türlü dengeye oturmuyor. Bu yüzden, kadavraların şirketlere denek olarak satılması, mevtaların yakınlarından izinsiz bir şekilde organlarının satılması/gasp edilmesi…ne ilişkin pek çok haberi dünyanın değişik yerlerinden okuduk okumaya da devam ediyoruz (Hamdy, 2012, Sanal, 2012).
Mısır, İran, İsrail, Almanya, Güney Afrika gibi gelişmiş-gelişmemiş ülkeler, hasta ve ölüm etiğine aykırı pek çok skandala imza attılar(Scheper-Hughes, 2003b, Sanal 2012, Hamdy, 2012), Hindistan ve Güney Doğu Asya’da organ satışı devlet denetiminde kurumsallaştı (Cohen 1999), bu işe aracılık eden brookerlar var; Çin ise mahkumları ve muhalifleri infaz ediyor ve sonrasında da organlarını, hastanelerde satıyor (Gutmann&Matas, 2016). IŞİD’in esirlerinin organlarını gasp edip belirli bir meblağ karşılığı sattığı bir hastanesi olduğu biliniyor; Balkanlar’ın Sırbistan, Karadağ gibi yarı mafyatik patriyarkal devletlerinin de benzer uygulamaları var (OSCE, 2013)… Muhalifler, yoksullar, suçlular, rejim karşıtları ve en çok da göçmenler biyo-kapitalizmin yasal ya da yasa dışı ağlarına takılıyor, organları cebren ya da “gönüllü” olarak alınıyor. Dolayısıyla, biyo-kapitalizm dediğimiz, insan bedenine karşı koloniyal müdahillik, yani tıbbi kapitalizmin gelişimine eşdeğer bir biyo-etiğin gelişmemiş olması, Melinda Cooper’ın (2008) deyimiyle “insan doğasının sınırlarının tahriş olması” na yol açtı.
Kapitalizme yönelik eleştiriler boyunca, sistem ve iktidarın bedene karşı yaptırımları temelde iki biçimde eleştirildi, bunlardan ilki Marks’ın kapitalizmin bedenin emeğini sömürerek onu kendisine yabancılaştırırken, yani canlı emeği metanın üzerinde somutlaştırıp, cansız emeğe dönüştürürken, işçinin kendisine ve doğaya yabancılaşmasını sağlamış; kendisi de artı-değer birikimi üzerinden, zenginleşmiştir (Marks, 1993, 2000, 2015; Marks&Engels, 1994)… Foucault (1977, 1980, 1992, 2003a, 2003b, 2005, 2013) ise, bedeni iktidarın denetleme ve gözetleme düzenekleri aracılığıyla kontrol altında tutulan ama bunun ötesinde, bizzat iktidarın mantığına bürünerek, iktidar üretmeye başlayan biyo-politik bir ünite olarak görmüş ve göstermeye çalışmıştır. Öte yandan, biyo-kapitalizm ile birlikte, bedene ilişkin sınırların, piyasa ve hukuk(suzluk)un lehine böylesine ilga edilmesi sonucunda, beden, klasik kapitalist dönemdeki anlamlarıyla, artı-değer ve iktidar üretim merkezi olmanın ötesinde; meta üreten (sperm, kan, kök hücre, ilik vb..) kiralanan (taşıyıcı annelik) hammadde rezervi olarak (organ nakli) bizzat kendisi değişim değeri halinde olan ve aynı zamanda bunların tümüne kendisi de müşteri (kol ve yüz nakli, sperm ve yumurta alıcılığı, organ nakli, liposuction… vb.) olabilen dis-ütopik bir birime dönüşmüştür (Cooper, 2008; Cooper&Waldby, 2014; Rajan, 2012a; Rajan 2012b)
-IV- Bedel Beden: Fidye, Bilet, Geçiş, Oturum
Burada daha uzun, daha kaliteli, daha ağrısız bir yaşama ilişkin ütopyanın, dis-ütopyaya dönüşmesi elbette Rabinow’un (1996) biyo-sosyallik dediği şeyle ilgili; birisi için iyi olan diğeri için yıkım olabiliyor. Burada belirleyici olan şey, ‘verici’ organa erişim biçimi. Ki mütemadiyen altını çizdiğimiz üzere, bu mesele yalnızca vatandaş ile organ mafyası arasındaki bir gerilim değil, daha ötesinde, devlet ve kültür (Japonya) devlet ve muhalefet (Çin) devlet ve din (Mısır) gibi pek çok gerilimden oluşan fay hatları var burada. Dolayısıyla, devletler bu sorunu çözmek için pek çok biçimde müdahil oluyorlar, Avrupa’nın presumed consenti4, Türkiye’nin kısmi presumed consent’i, İspanya’nın zor alımı vb… Daha önce de dediğimiz gibi, resmi uygulamalar organ arzı ile talebi arasındaki açığı kapatmaya yetmiyor, dolayısıyla, iş dönüp dolaşıp bir şekilde, zor durumda olan, yoksul insanların organlarının, “gönüllü” ya da cebren alımına geliyor.
Nancy Schepher Hues’in rotten trade dediği bu alışveriş ya da müsadere işleminin mağdurları elbette ki dünyanın yoksulları. Kimi zaman borçlarını ödemek için, kimi zaman küçük bir iş kurmak için kimi zaman, çocuklarının çeyizini düzmek için kimi zaman da, göçmenlik macerasını finanse edebilmek, oturum ve vize alabilmek için organlarını satıyorlar, satmaya çalışıyorlar, kaçırılıyorlar fidye yerine organları alınıyor ya da bedenleri toptan gasp ediliyor (InfoMigrants, 2019) …
Geçtiğimiz yıllarda Yunanistan’da, eski Dışişleri Bakanı Kotzias’ın 5çabalarıyla ortaya çıkartılan ve pek çok üst düzey Yunanistan hariciye yetkilisinin görevden atılmasına ve tutuklanmasına sebep olan skandal bunlardan birisi (Polizoidou, 2018) . Kotzias’ın gazetelerde verdiği demeçler ve kimi konuşmalarına göre, 2018 yılı itibariyle Yunan dışişleri yetkililerinin insan ve organ kaçakçılığına dahil olduğu 93 dosya savcılıklara gönderildi. Kotzias ayrıca, “Reşit olmayan ve refakatçisi olmayan çocuklara verilen vize ne anlama geliyor biliyor musunuz? Organ kaçakçılığı…Organ kaçakçılığına ilişkin soruşturma devam ediyor, birkaç hayat kurtarmış olduğum için öldükten sonra mezarımda rahat uyuyyacağım, şimdiye kadar savcılığa 93 dosya gönderdik, basın bunları yazmadı; İstanbul’da 14 aylık bebeğe (refakatçisi olmadan, b.n.) vize veren kişi yalnızca suçlu değil, aynı zamanda bir haindir…” (Polizoidou, 2018)dedi. Bakanın bu açıklamalarından sonra, konu üzerine yazan Kathimerini gazetesine göre Yunanistan’a kanunsuz yollarla getirilen 3 Binden fazla ailesiz çocuk var ve bu rakam Birleşmiş Milletler’in 2016 raporuna (Birleşmiş Milletler, 2016) göre 2014-2015 yılları arasında Avrupa genelinde 10 Bin dünya genelinde de 100 Bin civarında çocuk ailelerinden kopmuş bir şekilde sığınmacı ya da göçmen olabilmek için seyahat etti ya da ediyor. Ki bu çocukların tamamı, organ ticareti, sex köleliği, uyuşturucu kaçakçılığı gibi işler yapan kriminal çetelerin potansiyel hedefleri durumunda.
Çatışma bölgeleri ve çatışmalardan kaçmaya çalışan insanlar elbette organ kaçakçılığının en kolay hedeflerinden. Suriye Adli Tıp Kurumu’nun başındaki Dr. Nafael’e göre, 2014-15 yıllarında, Suriye’de 20 Bin civarında gayri meşru organ nakli yapıldığı düşünülüyor. Bu nakillerin, rejimin kontrolünün dışındaki bölgelerde, gerçekleştirildiği ve organ teminin, Türkiye, Lübnan gibi kamplarda yaşayan Suriyeli sığınmacı/mültecilerden edinildiğini iddia ediyor (Future for Advanced Research and Studies, 2016)
Öte yandan, Suriye’de Dr Nafael’in bahsettiği çetelerden başka, bir organizasyon daha var; Arap ve Uluslararası çeteler ile birlikte kornea kaçakçılığında yoğunlaşmış olan bu çetenin gasp ettiği ya da çaldığı kornealar, Avrupa’ya ve Asya’ya ihraç ediliyor.
Suriye gibi, çatışmaların ve göçmenliğin/sığınmacılığın, yersiz yurtsuzlaşmanın çok yaygınlaştığı Irak’ta da, özellikle mülteci ve sığınma kamplarında, Avrupa’ya geçişin temini, bilet parası hatta yer yer Avrupa’da oturum/sığınmacılık vaadiyle organların (ç)alınması oldukça yaygın.
Arab Weekly’nin yaptığı haberde, kendi böbreğini satan Muhammed’in hikayesi şu şekilde: Muhammed böbreğini satmak üzere, Bağdad’dan Süleymaniye’ye gider; zira ailesi ve dokuz kardeşi maddi olarak son derece zor bir durumdadır ve Muhammed onları desteklemek istemektedir; organını satmaktan başka bir umudu kalmadığın söyleyen Muhammed, Süleymaniye’de 6 Bin dolara organını satmak üzere anlaşır fakat nakil işleminden sonra kendisine 1250 dolar verilir. Bu paranın da bir kısmını ameliyat sonrası tedavi masrafların harcar, kalan parayla da ailenin borçlarının bir kısmını öder ve elinde hiçbir şeyi kalmaz… (Omar, 2019)
Oumayma Omar’ın yapmış olduğu bu habere göre, binlerce Iraklı Muhammed’in düşündüklerini düşünmekte, yaptıklarını yapmakta ve benzer şeyler yaşamaktadır, zira Dünya Bankası istatistiklerine göre, Irak nüfusunun %22.5’i yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. (Omar, 2019)
Bir başka örnekte İhsan Salam, organını satmak için Erbil’i tercih etmiştir. Zira burada, organ brokerları daha iyi para veriyor olmaları bir yana(her böbrek için 15 Bin dolar) organı satmak da daha kolaydır, varsa kişinin eşi dışında kimsenin iznine ihtiyaç yoktur..(Omar, 2019)
Savaş bölgelerinde organ kaçakçılığı, göçmenler ve yurtsuz insanlar kadar, savaşa rağmen orada tutunmaya çalışan ahalinin de meselesi. IŞİD’in, ele geçirdiği bölgelerde her türden insanın (kadın, erkek, çocuk, göçmen, sığınması, muhalif, yerel halk vb…) organlarını terörist faaliyetlerinin finansmanı için kullandığı bilinen ve AB, BM raporlarında sıklıkla yer alan bir başka mesele. (Scheper-Hughes, 2017; Future for Advanced Research and Studies, 2016).
IŞİD’in yükselişine kadar, Nancy Schepher Hues’in rotten trade (2003b) dediği şekliyle zaten gayri meşru işler yapan çetelerin (kadın, çocuk, silah, uyuşturucu kaçakçılığı vb.. yapan) yaptıkları işe bir başlık daha eklemesi şeklinde oldu; bundan başka, kimi münferit olaylar ve Antalya’da olduğu gibi, sistemdeki boşlukları bilen ve istismar eden kimi yarı mafyatik işler de oldu (Özarslan, 2019). Fakat, IŞİD’in yükselişi ile birlikte, organ ticareti yeni bir form kazandı, dahası kurumsallaştı. Her şeyden önce, IŞİD elindeki rehineleri, esirleri, muhalifleri hatta yer yer işgal ettiği bölgenin ahalisini, organ tarlası olarak gördü ve kullandı (Scheper-Hughes, 2017; futureae.com, 2016). Gene ele geçirdiği bölgelerdeki hastaneleri, petrol gelirlerinden elde ettiği gelirle modernize edip, birkaç bölgede organ nakil hastaneleri kurdu. Ele geçirilmiş bölgelerdeki, doktorları kendisiyle işbirliği yapmaya zorladı ve bunu da çoğunlukla başardı. (Scheper-Hughes, 2017; futureae.com, 2016)
IŞİD, 2015’ten sonra, koalisyon güçlerinin kendisine ağır kayıplar verdirmesinin ve elindeki petrol gelirlerini kaybetmesinin ardından, organ ticaretine daha çok önem vermeye başladı. Irak’ın Birleşmiş Milletler Büyükelçisi Muhammed Ali Hekim’in 18 Şubat 2015’te yapmış olduğu konuşmaya göre, IŞİD, organ kaçakçılığını önemli bir gelir kaynağı olarak görüyor…
Organ ve insan kaçakçılığının terörü finanse etmesinde, IŞİD yalnız değil; Lübnan’ın Bekaa Vadisindeki pek çok para-militer savaş ağası da IŞİD’e benzer işler yapıyorlar. Lübnan mafyası, uzun yıllardır çeşitli terörist grupların faaliyet alanı olan, Beka vadisi ve ülkenin kuzeyine konuşlanmış durumda. Pek çok sebepten dolayı, dünyanın her tarafından gençler buradaki gruplara katılmaya geliyorlar ve bu gençler çatışmalardan dolayı, kolaylıkla ölüyorlar ya da yararlanıyorlar, böylelikle bu çatışma alanı, organ trafiğinin önemli hammadde rezervlerinden birisi haline gelmiş oluyor (Future for Advanced Research and Studies, 2016)
Savaşların, iç savaşların ve etnik çatışmaların anavatanı olan Afrika, bu savaşlardan dolayı göçmen ya da sığınmacı olmaya çalışan insanların organlarının en fazla istismar edildiği bölgelerin başında geliyor. Örneğin, Kuzey Afrika’daki organ kaçakçılığını büyük oranda, Cebelitarık Boğazı’nı merkez edinmiş ama Fas, Tunus ve Cezayir’de de üslenmiş, başında bir üniversite profesörü bulunan Fas mafyası yönetiyor (Meshelemiah & Lynch,2019).
Bu insanların, daha barışçıl, daha güvenli, daha müreffeh topraklara göç etmek için giriştiği mücadeleleri anlatan İtalyan yazar Franca Porciani’nin kitabının başlığı Live To Lose/Kaybetmek İçin Yaşa; aslında, her şeyi özetliyor. Zira, göçmenlik ve sığınmacılık yolculuğunda onları, yalnızca sınırlar, devriyeler, pasaport(suzluk), vize (sizlik) gibi resmi prosedürler, denizler/okyanuslar, nehirler, soğuk sıcak gibi coğrafi ve doğal sorunlar değil; belki bunların hepsinden daha tehlikeli olan; bedenlerini gasp etmeye resmi yetkililer ve bunların karanlık taraftaki işbirlikçileri olan fidyeciler, dolandırıcılar, merdivenaltı hastaneler ve bunların personeli ve organ mafyası bekliyor…Bu yoksul ve yurtsuz insanlar, eğer ölmeden kendilerini Avrupa’ya atabilirlerse, genellikle, ya yakınlarını ya da organlarını çoktan kaybetmiş oluyorlar. (InfoMigrants, 2019)
-V- Sonuç
Sonuç olarak, Organ nakli teknolojisi 20. Yüzyılın ortasından beri hayatımızda ve her geçen gün gelişerek büyümeye, daha kaliteli ve uzun bir hayat vaad etmeye devam ediyor. Ne var ki, bu iddialı teknoloji, dinsel önyargılar, etnik endişeler, sağlık bakanlıklarını zorlayan kültürel kodlar ve şehir efsanelerinden dolayı, organ bekleyenlere yeterince organ temin edemiyor.
Bundan dolayı insanlar, özellikle zengin uluslara mensup insanlar, kendi çözümlerini kendileri geliştirmeye çalışıyorlar. Bu çözüm arayışında tek mesele, sosyo-kültürel bariyerlerin organa erişmeyi zorlaştırması ya da bekleme listelerinin ağrılı ve yıpratıcı süreçleri değil; bundan başka, tıbbi bir gerçeklik olarak, kadavradan alınan organ ile canlı bedenden alınan ‘taze’ organın bedende tutunma ve işgörme kalitesi aynı değil. Canlı bedenden nakledilen organlar, bedende ortalama 15-20 seneye kadar tutunurken, kadavradan alınan organlar en fazla 5-10 sene tutunabiliyor bedende.
Bundan dolayı, maddi durumu daha iyi olan uluslara mensup insanlar ve zengin insanlar, organa daha kolay erişmek, bekleme listelerini atlatmak, ve naklettirdikleri organla daha sağlıklı ve uzun bir hayat sürmek için, dünyanın yoksul bölgelerinde yaşayan insanlara musallat oluyorlar; savaşlardan dolayı, etnik çatışmalardan dolayı, yoksulluktan dolayı bir şekilde daha müreffeh ülkelere göç etmeye çalışan göçmenler, sığınmacılar ve mülteci kamplarında yaşayan dezavantajlı insanlarsa, organ avına çıkmış bu insanların en kolay ve muhtemel hedefleri durumunda.
-
Agamben, G. (1998) Homo Sacer: Sovereign Power and Bare Life. Stanford University Press, Stanford.
-
Biehl, J. (2005) Vita, Life in a Zone of Social Abandonment . California, University of California Press.
-
Birleşmiş Milletler. (2016) Human Development Report http://hdr.undp.org/sites/default/files/2016_human_development_report.pdf
-
Brown C.V., Foulkrod K.H., Dworaczyk S, Vd…(2010) “Barriers To Obtaining Family Consent For Potential Organ Donors”. The Journal of Trauma: Injury, Infection, and Critical Care. Volume-68, Issue 2:447–451.
-
Budiani D. 2007. “Facilitating organ transplants in Egypt: an Analysis of Doctors’ Discourse.” Body Society. Vol. 13, Issue (3):125–49
-
Cohen L. 1999. Where It Hurts: Indian Material for an Ethics of Organ Transplantation. Daedalus Vol.128 Issue (4):135–65
-
Cooper, M.(2008) Life as Surplus: Biotechnology and Capitalism in the Neoliberal Era. University of Washington Press, Seattle.
-
Cooper, M., Waldby, C. (2014) Clinical Labor: Tissue Donors and Research Subjects in the Global Bioeconomy. Duke University Press, Durham.
-
Crowley-Matoka M, Lock M. (2006) Organ transplantation in a globalized world. Mortality 11(2):166–81
-
Das V. (2000) “The Practice of Organ Transplants: Networks, Documents, Translations”. In Living and Working with the New Medical Technologies: Intersections of Inquiry, ed. M Lock, A Young, A Cambrosio. Cambridge, UK: Cambridge Univ. Press
-
Davison, A. (2015) “Biocapitalism and Culture”. http://environmentsandsocieties.ucdavis.edu/files/2015/02/Dawson_Biocapitalism-Culture.pdf
-
DiyanetTV (2015) “Organ Bağışı Candan Cana En Büyük Sadakadır” https://www.diyanet.tv/organ-bagisi-candan-cana-en-buyuk-sadakadir
-
Foucault, M. (1977) Discipline and Punish: The Birth of thePrison. Random House, New York.
-
Foucault, M. (1980) The History of Sexuality. Volume I: An Introduction. Vintage, New York
-
Foucault, M. (1992) Deliliğin Tarihi. İmge Yayınları, Ankara.
-
Foucault, M. (2003a) TheBirth of the Clinic: An Archaeology of Medical Perception. RoutledgePress, London.
-
Foucault, M. (2003b). “İktidarın Gözü”, İktidarın Gözü. Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
-
Foucault, M. (2005). “İktidar Mekanizmasında Hapishaneler ve Tımarhaneler” Büyük Kapatılma. Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
-
Foucault, Michel.(2013). Güvenlik, Toprak, Nüfus. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
-
Fox RC, Swazey JP. (1978). The Courage to Fail: A Social View of Organ Transplants and Dialysis. Chicago: University of Chicago Press.
-
Fox RC, Swazey JP. (1992). Spare Parts: Organ Replacement in American Society. New York: Oxford University Press
-
Fumagalli, A. Morini, C. (2010) “Life Put To Work: Towards a Life Theory of Value,” Ephemera: Theory and Politics in Organization Vol. 10. Issue 3/4
-
Fumagalli, A., Lucarelli, S., (2007) “A model of Cognitive Capitalism: A Preliminary Analysis” Munich Personal RePEc Archive. https://core.ac.uk/download/pdf/12026804.pdf
-
Future for Advanced Research and Studies. (2016) “Why rates of human organ trafficking are on the rise in the Middle East” https://futureuae.com/m/Mainpage/Item/2309/why-rates-of-human-organ-trafficking-are-on-the-rise-in-the-middle-eastf
-
Gordon EJ. (2001a) “Patients’ Decisions For Treatment Of End-Stage Renal Disease And Their İmplications For Access To Transplantation”. Social Science and Medicine. Vol. 53
-
Gordon EJ. 2001b. “They Don’t Have To Suffer For Me”: Why Dialysis Patients Refuse Offers Of Living Donor Kidneys”. Medical Anthropology Quarterly. Vol.15, Issue (2): 245–67
-
Hamdy S. (2008a). “Rethinking Islamic Legal Ethics in Egypt’s Organ Transplant Debate”. In Muslim Medical Ethics: From Theory to Practice, ed. JE Brockopp, T Eich, pp. 78–93. Columbia, SC: Univ. S. C. Press
-
Hamdy S. (2008b.) “When The State And Your Kidneys Fail: Political Etiologies in an Egyptian Dialysis ward”. American Ethnologist. Vol. 35 Issue (4):553–69
-
Hamdy SF. 2012. Our Bodies Belong to God: Organ Transplants, Islam, and the Struggle for Human Dignity in Egypt. Berkeley: University of California Press
-
Hardacre H. (1994). “Response Of Buddhism and Shinto To The Issue Of Brain Death and Organ Transplant.” Cambridge Q. Healthcare Ethics Vol 3: 585–601
-
Hogle LF. (1995). “Standardization Across Non-standard Domains: the Case of Organ Procurement”. Science Technology and Human Values Vol 20, Issue (4): 482–500
-
Hogle LF. (1996). “Transforming “Body Parts” into Therapeutic Tools: A Report From Germany”. Medical Anthropology Quarterly. Vol 10, Issue (4):675–82
-
Hogle LF. (1999). Recovering the Nation’s Body: Cultural Memory, Medicine, and the Politics of Redemption. New Brunswick, NJ: Rutgers University Press
-
Ikels C. (1997a). “Ethical Issues in Organ Procurement in Chinese Societies”. China Journal. Vol 38 :95–119
-
Ikels C. (1997b). “Kidney Failure and Transplantation in China.” Social Science and Medicine. Vol 44, Issue (9):1271–83
-
Ikels C. (201)2. “The evolution of Bioethics in China: The Case of Organ Transplantation”. Harvard Asia Quarterly. Vol 14, Issue (4):57–65
-
InfoMigrants (2019) “Migrant Are Increasingly Victim of Organ Trafficing.” https://www.infomigrants.net/en/post/16458/migrant-increasingly-victims-of-organ-trafficking-book-reveals
-
Joralemon D. (1995). “Organ Wars: The Battle for Body Parts”. Medical Anthropology Quarterly. Vol 9, Issue (3):335–56
-
Joralemon D. (2000). “The Ethics of the Organ Market: Lloyd R. Cohen and the Free Marketeers”. In Biotechnology and Culture: Bodies, Anxieties, Ethics, ed. PE Brodwin, pp. 224–37. Bloomington: Indiana Univ. Press
-
Joralemon D. (2001). “Shifting Ethics: Debating the Incentive Question in Organ Transplantation.” Journal of Medical Ethics. Vol 27:30–35
-
Kilgour, D., Gutmann, E., Matas, D. (2016) Bloody Harvest/The Slaughter. https://endtransplantabuse.org/wp-content/uploads/2017/05/Bloody_Harvest-The_Slaughter-2016-Update-V3-and-Addendum-20170430.pdf
-
Lock M, Honde C. (1991). “Reaching Consensus About Death: Heart Transplants and Cultural Identity in Japan”. In Social Science Perspectives on Medical Ethics, ed. G Weisz, pp. 99–119. Philadelphia: Univ. Penn. Press
-
Lock M. (1996). “Death in Technological Time: Locating the end of Meaningful Life”. Medical Anthropology Quarterly. Vol 10, Issue (4):575–600
-
Lock M. (1999). “Cultural Aspects of Organ Donation and Transplantation”. Transplantation Proceedings. Vol 31: 1345–1356
1 Türkiye, tarihi boyunca bir bakıma göçmen ülkesi. Geç Osmanlı’dan başlayarak, Erken Cumhuriyet ve 1950’lerde de yer yer devam eden göçler… 1980’lerde, Bulgaristan’dan gelen Türkler, 1990’larda Körfez savaşı, 2000’lerde Irak işgali ve 2010’lardan itibaren de Suriyeli göçmenler/sığınmacılar…
2 Bu rakamların ortalama olduğunu unutmamak lazım. Oranlar ülkeden ülkeye değişiyor, İspanya’da ve Belçika’da canlı ve kadavra nakil oranları %30’un üzerine çıkarken, Türkiye’de %2, Romanya’da %0,5 civarlarında..
3 Biyo-kapitalizm ve organlar bahsinde, hukuk ve hukuksuzluk çok muğlak alanlar. Örneğin, Türkiye’de devlet organ kaçakçılığı olmaması için elinden geleni yapıyor, ama bu kaçakçılığı, Türkiye’de yapmayı gene de başaran üstelik global bir ticaret olarak yapmayı başaranlar var; İtalya’ya göçmeye çalışan yoksul bir Gürcü, İsrailli bir hasta, Türk bir doktor ve İstanbul’da eğer olmazsa, Ukrayna ya da Bosna’da merdiven altı bir hastane…Çin’de organ satışı devlet politikası… Ama burada da organın nasıl edinildiği belli değil, piyasanın dili ile konuşursak büyük bir kayıt dışılık var özellikle Çin’de, mahkumlar, nüfus planlamasına uymayan çocuklar, göçmenler, Uygurlar, organ tarlası olarak kullanılabiliyor. Dolayısıyla, organ ticareti/gaspı belki de dünyanın en global ticaretlerinden birisi olarak, biyo-kapitalizmin göçmenleri, yoksulları işin içine kattığı en karanlık operasyonlardan birisi
4 İsviçre, İspanya gibi organ bağışı ve naklinde başarılı olan ülkelerin uyguladığı presumed consent/varsayılmış müsaade sisteminde; vatandaş eğer özel olarak organını bağışlamak İSTEMEDİĞİNİ beyan etmemişse organını bağışlamış sayılıyor. Hayattayken organını bağışlamadığını bildirdiğinde de, sigorta ve sağlık sisteminin içinde daha pahalı bir şekilde yer alıyor. Türkiye’de ise, kişinin hayatta iken organını bağışlayıp bağışlamamasının aslında bir önemi yok, herkesin organını bağışladığı varsayılıyor ama bağışın gerçekleşmesi, yakın akrabaların da rıza vermesine bağlı.
5 Bu haberin Yunancası şuradan;
aynı haberin İngilizce’ye çevrilmiş haline de şuradan erişilebilir:
https://www.gatestoneinstitute.org/13346/greece-organ-trafficking