Cemil Aksu
Ekolojik örselenme ve iklim krizi karşısında merkez kapitalist ülke liderlerinin yaklaşımı Churcill’e atfedilen bu sözü akla getiriyor. Hiçbir şeyi değiştirmemek için her şeyi değiştirmek! ABD liderinin kırk “dünya lideri”ni sanal ortamda toplayarak gerçekleştirdiği “iklim zirvesi”nde ortaya çıkan tablo tam da böyle bir durum. Aralarında dünyayı en çok sömüren, en fazla kirleten, en fazla sera gazı salan ülkelerin başında gelen Çin, Rusya, Brezilya, Hindistan başta olmak üzere, AB devletleri, Kanada, Türkiye, Güney Afrika, Arabistan, Meksika gibi devletlerin liderleri katıldı. Yani dünyadaki mevcut hal ve gidişattan sorumlu olanlar ABD’nin Trump sonrası politikalarını duyurmak için biraz da BM’nin yıllık Taraflar Konferansı’ndan (COP) rol çalarak bir “iklim zirvesi” yaptılar.
1970’lerden beri gelen çevre hareketi dünyanın efendilerini mevcut ekstraktivizm ve büyüme temposu ile dünyayı tüketecekleri konusunda ikna etmeye çalışıyor. Dünya Doğayı Koruma Vakfı ve Küresel Ayak İzi Ağı’nın hazırladığı ve AB ülkelerindeki tüketim hızının baz alındığı rapora göre tüketimi karşılamak için 1 değil 2,8 Dünya’nın kaynaklarına ihtiyaç var. Kapitalist ekonomik büyüme ile dünyanın sınırları arasındaki çelişki bazılarına göre yapay, çevreci tiplerin uydurduğu bir konu. Bazılarına göre ise bunu düşünmeye gerek yok, gelişen teknoloji sayesinde uzay madenciliği imdadımıza yetişebilir. Tabi, bu iddiaların sahiplerinin kapitalistler ve onların iktisatçıları olduğunu tahmin etmişsinizdir.
İktisat derslerinde öğretildiği gibi insanların ihtiyaçlarının sonsuz olduğu konusunda hepimiz hemfikiriz (!). İhtiyaçlar sonsuz olunca büyüme de sonsuz olmak zorunda. Büyüme, kalkınma öyle sihirli kelimeler ki! Fakat ne hikmetse bu sonsuz büyümenin nimetlerinden insanlığın çoğu nasiplenemeden yaşıyor. Küresel servetin dağılımıyla ilgili dünya çapında yapılan araştırmaların birçoğu dünyadaki zenginliğin paylaşımında uçurum olduğunu gösteriyor. En zengin yüzde 10 dünya servetinin yüzde 82’sine, en zengin yüzde 1 ise dünya servetinin yüzde 45’ine (neredeyse yarısına) sahip. Milyonerlerin yüzde 40’ı ABD’li, yüzde 10’u Çinli, yüzde 6’sı Japon. Sonrasında İngiltere, Almanya Fransa vesaire ülke zenginleri takip ediyor. İngiltere merkezli bir kuruluş olan Oxfam’ın raporuna göre 2008-09 küresel kriz sonrası sağlanan ekonomik büyümenin yüzde 95’i, en zengin yüzde 1’e gidiyor.
Fakat bunlar soyut rakamlar… Zenginlik ne ki? Birleşmiş Milletler’e göre, küresel su tüketimi son 100 yılda yaklaşık altı kat arttı. UNESCO’nun hazırladığı 2019 Dünya Su Raporuna göre 2 milyar insanın temiz su kaynaklarına düzenli erişimi yok, 4,3 milyar insanın evinde ellerini su ve sabunla yıkayacağı lavabosu yok. Ayrıca yine dünya genelinde okulların üçte birinde çocukların ellerini yıkayabileceği lavabolar bulunmuyor. Afrika kıtasında kırsal ve kurak bölgelerde kişi başına günlük 20 litre su kullanılırken, ABD’de günde ortalama kişi başına su talebi 300 litreyi buluyor. Suya erişimde sıkıntı yaşayanların büyük çoğunluğunun “az gelişmiş” ülkelerdeki insanlar olduğunu, yani aynı zamanda başkaca bir sürü adaletsizlik ve eşitsizliğe de maruz kalan insanlar olduğunu tahmin etmek zor değil. Yani cinsiyetleri, yaşları, sosyo-ekonomik durumları, etnik kökenleri, dinleri ve dilleri nedeniyle ayrımcılığa maruz kalan gruplar, temiz suya erişim konusunda da diğer gruplara göre daha dezavantajlı durumda.
Yani “büyüme büyüme” diye tutturduğumuz durum bu. Fakat bu tabloya rağmen çarklar durmuyor, kepçeler kazmaya devam ediyor, termik-doğalgaz-nükleer enerji santrallerinin bacaları tütmeye devam ediyor. Üret babam üret, üret babam üret…
Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın (UNEP), Paris Anlaşması’nın 1,5 derece hedefinin tutturulması için 2020’den itibaren önümüzdeki 10 yıl boyunca yılda %7,6’lık küresel emisyon azaltımı yapılması gerektiğine dair 2018’de yaptığı açıklama da bir işe yaramadı. Çünkü zaten bu anlaşmaların hiçbir yaptırımı yok. 1,5 derece tutmadı mı, e tamam, sonraki hedef 2 derece. Sıcaklık artışındaki bu yarım derecelik fark, dünya üzerindeki milyonlarca insanın, milyarlarca insan dışı canlı türlerinin yaşamına ve geri dönülemez noktayı aşan ekosistemlere tekabül ediyor. Bu sıcaklık artışlarını “kritik eşikler” değil de “hedefler” olarak çerçeveleyen kurumsal dil, zaten planların ölüm ve yıkım üzerine yapıldığını gösteriyor. Hem zaten mevcut toplumsal adaletsizliklerin had safhaya vardığı durumda “gelecek” çok uzaklaşıyor.
Ama dünyanın bütün liderlerini sanal ortamda toplayan Biden “uzmanlarla konuştum, iklim krizine çözüm bulacağız” diyor. Elektrikli araç filosu yapacaklar, akıllı binalar yapacaklar, havadaki karbonu yutan araçlar geliştireceklermiş. Rockefeller Vakfı ile birlikte çalışan ABD Uluslararası Kalkınma Finansmanı Kurumu (DFC), dünya çapında milyonlarca kişiye fayda sağlamak için “yenilenebilir enerji” ve diğer “yenilikçi” iklim yatırımlarını destekleyecekmiş. “Temiz enerji” kaynağı olacak minerallerin tedarik zincirlerinin oluşturulmasına yardımcı olmak ve enerji geçişine güç veren teknolojiler için hayati önem taşıyan mineraller için “yeşil madencilik” yapacaklarmış. Tabi bunun için ABD, yenilenebilir enerji geçişini mümkün kılan mineraller ve metaller konusunda uluslararası işbirliğini desteklemek için Madencilik Üzerine Hükümetlerarası Forum yapacaklarmış. Yani nadir mineraller ve metaller üzerinde ABD şirketlerinin hâkim olması için bütün güçlerini kullanacaklar. Daha da kötüsü var, küçük modüler nükleer reaktörlerin kullanımını desteklemek için Dışişleri Bakanlığı, 5,3 milyon dolarlık ilk yatırımla Küçük Modüler Reaktör Teknolojisinin Sorumlu Kullanımı için Temel Altyapı (FIRST) Programını başlatıyor. Yani hâlâ nükleer enerjiyi “temiz enerji” olarak devrede tutmaya devam edecekler.
ABD liderinin ortaya koyduğu bu planlar sayesinde dünya ekonomisi büyümeye devam edecek. “Yeşil madencilik”ten “akıllı binalar” yapmak için yeni “kentsel dönüşüm” projelerini getirecek inşaat dalgası ve bu inşaat dalgasını karşılamak için yeniden yine çimento, demir, mermer vb. madenciliği furyası ve bütün bu büyüme dalgasının ihtiyaç duyacağı enerjinin karşılanması için nükleer enerji dahil olmak üzere yeni enerji santralleri… Kısır döngü devam ediyor böylece. Her şeyi değiştirerek yine de hiçbir şeyin değiştirilmemesi bu şekilde başarılıyor. Dünyadaki zenginliklerin dağılımındaki adaletsizlik piramidi hiçbir şekilde değişmiyor. En üstteki yüzde 1 en üstte kalmaya devam ederken, bağımlı, sömürge ülkelerin sistemdeki rolleri değişmiyor. Ezilen halklar, emekçiler, yerliler, kadınların eşitsizlik ve adaletsizlik piramidindeki yeri değişmiyor.
Belki sırf bu yüzden Zizek’in söylediği gibi, dünyanın sonu üzerine kara kara düşünmek ve zaten mevcut durumun sorumlusu egemenlerden bizi ve dünyayı kurtarmalarını beklemek yerine kapitalizmin sonu üzerine daha fazla düşünmemiz gerekiyor.